Kasım 18, 2010

Soluk Benizliydi Zenci

-Ah Muhsin Ünlü'ye sevgilerim ile.


Herkes durursa belki bir hareket olurdu
Vurursa herkes birini belki olurdu hareket
Uçan tekme atmayı çocukken öğrenmiştim
Hepinizi dövebilirim yeter ki teker teker gelin.

Ve annen de seni özledi Muhsin.

Saygı gösteremem kimseye, çünkü nerede bilmiyorum ki
Ve sevgilim, bence ikimiz tirenlere bakalım
Sevgilim, ikimiz tirenlere bakalım sadece
İkimiz sadece tirenlere baksak bence
İkimize de yetmez miydi bu, sevgilim?
Sevg'ilim!

Ve annen de seni özledi Muhsin.

Benim şeyhim yok, şeyim var, şey...
Şey işte.
Ve sadece ayağım takıldığında mecburen secde ediyorum sizin gibi.
Siz, pardon siz kimdiniz?
Annemi çok özledim.

Ve annen de seni çok özledi Muhsin.
Ve annen de seni çok özledi Muhsin.
Ve annen de seni çok özledi Muhsin.
Ah Muhsin.

Ah Asaf Vodvil




Kasım 17, 2010

Memeler (Bölüm - 1)

Size bu adamdan bahsedeceğim.Bir adamdan değil, bu adamdan; annesini gördüğünüze emin olduğum adamdan.Ayrıca konumuzun bu adamın, memelerinin güneş görmeyen çok beyaz kısmı görünen annesiyle hiçbir ilgisi yok.Hayır, kesinlikle yok; bakkala taytla, çiçekli taytla gitmesi de umrumuzda değil.Heyy!Bu adamın annesini rahat bırakmanızı istiyorum, bu adamın öyküsüdür bizi ilgilendiren ve annesinin onu büyütmeye yanaşmamış olmasını da bir kenara bırakmalıyız.Sonuçta bu adam büyümüş mü?Kesinlikle evet, tam tamına 38 yıl, 12 ay, ve ... amanın dostlar, adamımızın bugün doğum günü, 39 yıl geride kalmış bile...
Ama neden bunca gereksiz şeye kafa yorup, bu adamın sabahın lanet 8'inde, koca lanet bir bavulla -bavul gerçekten koca, lanet ve gerçekten bir bavul- nereye gittiğini merak etmiyoruz.Aslında söylemek istemiyordum, -kendisi fazlasıyla utangaçtır- ama size adamımızın adını söyleyeceğim; adı Bedi.Ne salak bir isim olduğunun farkındasınızdır eminim, ne Nebi, ne de Büdü, garip bir Bedi bu adam.Memeleri sarkmış olan annesi ona bu ismi verdiğinde eminim memeleri dik dik ve portakal gibiydi.Şimdi ki hallerini görmenizi istemem, ama görmüşsünüzdür; bakkalda filan anlattığım gibi, çiçekli taytıyla hani, üstündeki kolsuz badiden içindeki sutyeni fark etmişsinizdir ve memelerinin güneş görmeyen çok beyaz kısmı...evet.
39 yaşının ilk gününde sabahın lanet 8'inde, Bedi'nin koca bir bavulla -hani evin gardolabının en üstünde durur ve bir seyahat esnasında ona bir bakış atıp, yok ya bununla uğraşmayalım küçük iki çantayla gideriz olur biter diye söylev çektiğiniz bavul bu işte- nereye gittiğini size söyleyeyim, otogara.Hayır, hayır, bu kesinlikle bir yolculuk hikayesi değil, -aslında her hikaye bir yolculuktur diyebilirim, ama demeyeceğim- bu Bedi denen adam, sanırım bir yere gidecek ve eminim bunu planlamadı; hayır gideceği geziden bahsetmiyorum, bizim Bedi plansız adım atmaz, bahsettiğim bu gezinin tam da doğum gününe rasgeldiğini bilmiyordur.Laf aramızda bizim Bedi'nin öyle doğum gününü kutlayan filan pek olmaz.Lafı Bedi'nin annesine, hatta portakallarına getirmeye çalıştığınızı anlamadığımı mı sanıyorsunuz.Lütfen...Lütfen dedim!
Size Bedi'nin kocaman bir kalbi olduğundan da bahsetmeliyim. -ve bu bir teşbihtir- Aslında bir şey diyim mi, ben bu Bedi'nin doğum gününü kesin kutlardım, hatta mutlaka hediye filan da alırdım ona.
Asansör geldi, Bedi önce bavulu mu koysam diye düşünüyor, bir taraftan da önce sol ayakla gireceği var asansöre.
Bedi zemin kattan asansörden çıkıyor, kapıcı o sırada yerleri silmekte:
-Nasılsınız Bedi Bey, yolculuk mu var?
-Evet, Veysel Efendi(oha) hadi sana kolay gelsin.
-Sağolun iyi yolculu...Apartman kapısı kapandı bile.Bedi sokakta bu sefer de bakkal onu duruyor:
-Vayy bedi abim nassın, hayırdır yolculuk nereye?
-İyiyim Veysel Efendi(çüş) hadi sana kolay gelsin.
-Sağol abim dikkat et kendi...Bedi'nin aklı başka yerde bile.
Sokakta kim görse selam veriyor, hürmetlerini sunuyor Bedi'ye.Mahallenin çocukları ve gençleri bavulu taşımak için yelteniyor, Bedi izin vermiyor, pencelerden sular dökülüyor, ayrıca...

Yeter.Hayır.Saçmalamayın.

Bedi zemin katta asansörden çıkıyor, antre boş, koca bavulu zorlana zorlana çıkarıyor antrede 2 merdivenli bir iniş var, oradan inerken bavulun tekerlerinden biri kırılıyor.Neden kırılıyor?Çünkü kırılmak zorunda.Neden kırılmak zorunda?Çünkü bu bir hikaye.Ne demek bu?Ne demek bu?
Sokak boş, işe ve okula giden tek tük insanlar, onlarda Bedi gibi birer hayalet.
Bu arada Bedi neden sabahın lanet 8'inde otogara gidiyordu ki.Bunu size anlatmalıyım.Bunun için en başa dönmek zorunda değilim, hayır memelerin portakal haline dönmek zorunda değilim, hem de hiç! hem de hiç!
Size Bedi'nin neden bir yere gitmek istediğini söyleyemem, hele nereye gideceğini asla söyleyemem ve üzgünüm ki Bedi'nin nerede olduğunu da söyleyemem.Ancak şunu söyleyebilirim ki saat 8'de evden çıkmazsanız, 9'daki otobüse yetişemezsiniz ve siz mecburen öğlen 3'deki otobüse binmek zorunda kalırsınız.Oysa 9'da binip 3'te orada olmak varken, 3'de binip 9'da orada olmayı kabullenecek bir insan değildir bedi.Kesinlikle değildir.Çünkü Bedi, elleri terleyen bir insan, avuç içleri özellikle; durumun ne kadar ciddi olduğunu umarım anlatabilmişimdir.
Bedi'nin otobüs maceraları öykümüze dahil değildir, hayır bahsettiğim otobüs, otogara gitmek için binmek zorunda olduğu otobüs; Otobüste o koca bavula bir yer arama, sürekli bir yerlere sokmaya çalışma, çalınacağından korktuğundan sürekli elini ona değdirme çabaları öykümüze dahil değildir.
Bedi otogara giriyor ve bavulu taşıma yöntemini de bulmuş, yandan itiyor; daha doğrusu yandan itince, sürükleniyor bavul düzgün bir şekilde, aferim Bedi'ye.
Otogarlar hakkında güzel şeyler söylemek isterdim size sevgili dostlarım, ama söyleyemem.Çünkü yolculuklardan nefret ederim ve sadece şehirler arası olanlardan filan değil, yolculukların tamamından nefret ederim.Şoförün karısıyla kavgalı olduğunu ve intihar etmeyi düşündüğünü düşünürüm hep ya da borçlar yüzünden sinir harpleri geçirip bu virajı almak istemeyeceğini...Hayır dostlarım, hayır, böyle bir canlı bombayı sevmemi beklemeyin benden lütfen.
E o zaman diye başlayan cümlelerinizi duyar gibiyim, e o zaman bu böyle olabilir, e o zaman şu şöyle olabilir, elbette haklısınız ve biliyorsunuz ki hepimiz bu nedenle bir yere girerken öncelikle sol ayağımızla giriyoruz ve sağ ayağımızla çıkıyoruz, umuyoruz ki birisi bir çılgınlık edip sol ayağıyla çıkmış olmasın.

Kasım 16, 2010

Jean Pierre Maron ve kankisi Albert Dominique'nin iç burkan öyküsü

Size yine korkunç şeyler anlatacağım dostlarım.Güzel şeylerden elbette ki ben de bahsetmek isterim ama tarihin diplerini ne zaman kurcalasam, içinde acı, entrika ve ihanetten başka bir şey bulamıyorum.

19. yüzyıla gidiyoruz şimdi.Akımların alıp başını gittiği dönemler, herkes bir akım kurup diğerine gider yapıyor.Klasizme, Romantikler gül yolluyor; Realistler, Romantiklere azıcık delikanlı olun lan diye caz koyuyor.Sembolistler, Parnasistlere isminizi siktiklerim diyerek kavga çıkarmaya çalışıyor filan.Ortam fena, herkes bir akım kursam da köşeyi dönsem derdinde; klasizm, realizm, romantizm, sembolizm, parnasizm, kübizm, dadaizm, elektirk akımı(öhhk) gırla.

İşte bu dönemde, tabikide Paris'te, Jean Pierre Maron (Yan Pier Maron) ve kankisi Albert Dominique'te (Alber Dominig) bir an evvel kendi akımlarını çıkarıp, arada kaynamak peşindeler.Jean Pierre Maron:
-Haydi, Albert haydi.Çıkaralım olm artık şu akımı, bak sonra geç kalcaz, kalıcaz dımdızlak.
Albert Dominique:
-Haklısın karşim, haklısın Jean Pierre ama nasıl, nasıl yapacaz ki.
Jean Pierre:
-Önce tepki Albert, tepkimizi koymalıyız...
Albert:
-Tepkimiz yaradana...öyle değil mi Jean?
-Öyle, elbette öyle karşim de nasıl yapcaz bilemedim.
-Manifestomuzu yayınlamalıyız, insanlara, koyduğumuz tepkimizi anlatmalıyız Jean.
-Haklısın kanka da isim bulmamız lazım, ne yapsak akımımızın ismini...ımmm...Baba Akımı yapsak?
-Hımmm...Çok güzel isim Jean, Baba Akımı çok iyi...Offf aklıma geldikçe deliriyorum karşim ya, herkes aldı başını bir akımla kral oldu.Hele o Victor Hugo yok mu!Ağzında gülle geziyor ibne, sanki bana romantik!
-Adam romantik ama abi.
-Romantikse romantikliğini bilecek!
-Karşim, sevmiyorsan hor görme bari...
-Haklısın dostum, bir an sinirlendim, felsefemizin dışında çıktım, kusuruma bakma.
...

Şeklinde süregiden konuşmadan tam 2 yıl sonra 1868 yılında, Jean Pierre Maron ve kankisi Albert Dominique, "Tepkimiz Yaradana!" adlı manifesto niteliğindeki ilk kitaplarını çıkardılar.Baba Akımını ana hatlarıyla anlattıkları ve içinde halktan biri olduklarını anlattıkları şiirleri ve denemeleri de vardı.Tutmadı...500 adet basılan kitap sadece 28 adet satabildi.Zaten ne olduysa bundan sonra oldu, Jean Pierre Maron, o 28 kişiyi bulup teşekkür etmek amacıyla yollara düştü ve yoldaki taşa başını sertçe çarparak feci şekilde can verdi.Kankisi Albert Dominique ise, kendine yeni bir kanka buldu ve geçmişine bir sünger çekti.

Ve bu olaylardan tam 100 yıl sonra 1968'de, Orhan Gencebay ilk albümünü çıkardı ve durdurulamaz bir hızlı şöhret basamaklarını tırmandı.Şikayetim Yaradana adlı şarkısı dillere pelesenk oldu, Orhan Baba olarak anıldı, hala anılıyor.Ve koca Orhan Baba, şarkılarının, bestelerinin, yaşantısının fikir babaları Jean Pierre Maron ve Albert Dominique'ye bir kez olsun teşekkür etmedi, şükranlarını sunmadı.

Daha fazla anlatmak istemiyorum, umarım vicdanın seni zorluyordur Orhan Baba!

Ve sizi asla unutmayacağız, büyük insanlar Jean Pierre Maron ve Albert Dominique

Ekim 02, 2010

Futbolcu Olmak Kolay mı Sandın?

-Kalk İbo.
-Efendim Hocam?
-Takımda işler iyi gitmiyor, galibiyeti unutmuşsunuz, geldi muhabir soruyor, ne diceksin?
-Çok başarılı bir se..
-Ne başarılısı ibo! Neyden bahsediyorsun sen!
-Hocam hocam....
-Söyle Sabri?
-Son haftalarda istediğimiz oyunu sahaya ve skora yansıtamıyoruz, hocamız sistemde köklü değişikliklere gitti, elbette ileriki günlerde bunun ürünlerini toplayacağızdır, biz iyi bir takımız...
-Aferim Sabri, oturabilirsin...Beyler böyle olmaz, böyle futbolcu olunmaz.Fifa'nın bizim gibi kurslardan alınacak belgeyi, profesyonel lisans almak için zorunlu kıldığını unutmayın.Böyle devam ederse, halı saha maçlarından öteye gidemezsiniz, götürtmem! Sabri'yi örnek alın kendinize, koç gibi futbolcu olacak Sabri, siz daha röportaj veremiyorsunuz, iki cümle kuramıyorsunuz! Neyse, şu vidyoyu izleyin, bu en önemli konulardan birisi, hadi herkes izlesin!

Play...
"Kasımpaşaspor bugün basına açık düzenlediği imza töreninde, Adnan Şimşek'i 2 yıllığına renklerine bağladı.Diyarbakır Su İşleri Belediye Spor'dan tranfes edilen Adnan Şimşek, imzayı attıktan sonra, Kasımpaşaspor'a geldiği için çok mutlu olduğunu şu sözlerle dile getirdi..." Stop.

Hoca:
-Bakın çocuklar, burayı iyi dinleyin.Adamın geldiği kulübün en büyük beklentisi, küme düşmemek.Dinleyin...

Play...
"Adnan Şimşek:
-Çok büyük bir camiaya geldiğimin farkındayım.Kasımpaşaspor kulübünün ve taraftarlarının ne kadar değerli olduğunu biliyorum.Elbetteki tek amacımız şampiyonluk ve daha sonra Avrupa'da büyük başarılara imza atmak.Taraftarımızın önüne çıkmayı heyecanla bekliyorum..." Stop.

Hoca:
-Anladınız değil mi çocuklar? Bunları öğrenin, öğrenin ki, bir gün siz de böyle açıklama yapabilesiniz.Ahmet! Ahmet'le Hüseyin kalkın ayağa!Naptığınızı sanıyorsunuz olm siz, ne söyledin Hüseyin Ahmet'e bu kadar komik, söyleyin biz de gülelim olm!
Hüseyin:
-Özür dilerim hocam...
Hoca:
-Dileme evladım, benden özür mözür dileme!İstemiyor musunuz? Futbolcu olmak istemiyor musunuz hiçbiriniz.
Sabri:
-İstiyoruz hocam, istemez miyiz.
Hoca:
-Oynatiyim mi Emre Belözoğlu'nun vidyosunu? İstiyor musunuz tekrar görmek o vidyoyu?
Sınıf:
-Hayır hocam, lütfen açmayın, hayır...
Hoca:
-Açiyim mi ha! En basit soruyu bile cevaplandıramadığı, futbolcuların şerefini iki paralık ettiği vidyoyu açayım mı! Ne istiyorsunuz, siz de o duruma düşmek mi? İstediğiniz bu mu!
Sınıf:
-Hayır hocam, değil.
Hoca:
-Kalk o zaman Sabri, maçı kazandınız, tam soyunma odasına giderkene yakalandın muhabire, ne diceksin?
Sabri:
-Maça çok iyi konsantre olmuştuk, bunu sahaya çok iyi yansıttık.Rakip çok zordu fakat biz daha iyiydik, çok iyi mücadele ettik ve bunu skora da yansıttık.
-Aferim Sabri, aferim oğlum.
-Çok iyi bir kamp dönemi geçirdik, başarılı bir se...
-Abartma Sabri, beni delirtme Sabri!
-Özür dilerim hocam.
-Kalk ayağa Ahmet, maçı kaybettiniz, şampiyonluk gitti, ne diceksin muhabire?
Ahmet:
-Elimizden geleni yaptık, ama skoru bir türlü lehimize çeviremedik, üzgünüz.Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.
-Kalk ayağa Mehmet, takıma yeni bir yabancı transfer edildi, adı şey olsun Jozef, onun hakkında soruyorlar?
Mehmet:
-Jozef çok yetenekli bir oyuncu, takıma çok pozitif katkılarından olacağından eminim.Daha önce oynadığı kulüpler ve liglerde çok üst düzey futbolun oynandığı yerlerdi.Eminim Jozef'in de takıma gelmesiyle, kulübümüz gücüne güç kattı.
Hoca:
-Aferim çocuklar, aferim.İşte bunu istiyorum sizden, böyle çalışarak gelebilirsiniz biyerlere...Sizde bu azim, bu hırsı gördükçe eminim çok iyi yerlere geleceksiniz.Aferim çocuklar.Dersimiz bitmiştir, bir dahaki derste takıma büyük umutlarla alınıp bekleneni veremeyen yıldız futbolcu hakkında verilen röportajlardan bahsedeceğiz.Kitabınızın 64. sayfasında Uyum Sorunu başlığı altında anlatılan bir konu, çalışmadan gelmeyin.Evet, antremanlarınızı aksatmayın, dağılabilirsiniz.

Eylül 30, 2010

Bir Rus Tanıdım, Adı Dosto!

Aylardır yazı yazmıyorum, çünkü son okuduğum kitabın etkisinden hala çıkmış değilim.Okuyup, etkisi yüzünden kafamı delirttiğim kitabın adı, "Bir Rus Tanıdım, Adı Dosto" İçinde çok korkunç iddiaların olduğu, biyografik bir kitap.Dostoyevski'yle beraber büyüdüğünü iddia eden, Kramyeviç Kemyeliv Kamarov'un anılarına dayanıyor kitap.Size buradan bir pasajı aklımda kaldığı kadarıyla anlatacağım ve eminim siz de kafanızı delirteceksiniz okuduklarınız karşısında...

"...

Tarih 1840 yılının yılbaşı gecesi, Dostoyevski ve arkadaşları, Kramyeviç Kemyeliv Kamarov'un evinde toplanmışlar, yaşları 18 ile 20 arasında seyrediyor, Kramyeviç'in annesiyle babası ve tüm sülalesi amcalarında toplanıyormuş, ev boş olunca toplamış tabi herkesi Kramyeviç, tek sorunları kızmış.Hiç kız yokmuş, 4 abazan Rus kozmonotları oturmuş tombala oynuyorlarmış derken...

"Sikerim tombalasını lan, iskambil yok mu? kılıç oynayak amınakoyim." diye bağırmış Dostoyevski, arkadaşı Vladimir İlyiç'in birinci çinko diyen sevinç çığlığını bölerek.
Kramyeviç içeri iskambilleri getirmeye gitmiş.(Burada parantez açmalıyım, Kramyeviç'in iddiasına göre, Dostoyevski kumar sevdasına o gece o iskambil destesiyle başlamış.Kramyeviç, "orospu çocuğunun kanında vardı sanki, anamızı sikti, üstümüzde donumuzu bırakmadı o gece..." diye anlatır büyük romancı Dostoyevski'nin iskambildeki hünerini.)Neyse.

Kramyeviç tam içeri girerken kapı çalmış ve Kramyeviç "ben bakarımm..." diye kapıya koşmuş.Tabi belki kızdır umuduyla evdeki bütün erkekler Kramyeviç'in peşinden kapıyı açmaya yönelmişler.Gerçekten de gelenler kızlarmış, yine Kramyeviç'in çağırdığı kızlarmış... (Burada parantez açmalıyım, bu orospu çocuğu Kramyeviç'ten kıllanmadım değil, ne sik olursa onun sayesinde, sanki bana paşa torunu sik kafalı.Neyse biz onun yalancısıyız sevgili okur.)

Nataşa Dimitriyeva Nezvanova, Devoçka Razmaninova, Katerine Gibibişeyov'muş gelen kızların adları.

Nataşa en güzelleriymiş ve zaten Kramyeviç'e yanıkmış. (ulan Kramyeviç ne yalancı orospu çocuğusun sen te allam.), Devoçka'yı da Golyadkin almış, Katerina için de Dostoyevski'den önce diğer eleman İlyiç "benim o!" diye bağırınca Dostoyevski'ye çavuşu tokatlamak kalmış.

Zaten açılmış olan vodkalar, "aynı anda haydi herkes fondipp, haydi hep beraber fondipp, içmemezlik etmek yok hadi fondippp. yaaa sen içmiyorsun ama, hadii fondippliyoruzz fondippp" gazlaması eşliğinde daha bir seri içilmiş.

Her erkek, kendi kızıyla bir koltukta kızı öpmek için fırsat kollar iken, yalnız olan Dostoyevski'de elindeki iskambille fal bakıyormuş garibim.O sırada patavatsız İlyiç'ten sıkılan Katerine, kalkıp iki bardağa vodka doldurup yalnız olan Dostoyevski'nin yanına sokulmuş ve vodkayı uzatırken, "dileğin ne idi?" diyerek sohbete girişmiş.

"Dileğim güzel bir elden, güzel bir ikram olacak kadar uçuk değildi Katerine Gibibişeyov." der demez, vodkayı fondiplemiş ve masaya tak diye koymuş.

Boşalan bardağı anında tekrardan vodka ile dolduran Katerina, bir taraftan da, "Bana Katya de, Fyodor." diye Dostoyevski'ye yavşıyormuş.

"Beni vodkaya boğarak, kendini güzelleştirmeye çalıştığını düşüneceğim Katya..." diye cevap vermiş Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, fakat Katya espriyi anlamamış salak, güzelim espri gitmiş öyle.

Burada Dostoyevski hani utangaç, çekingen bir insandı, bu adam karıyı oracıkta sikecek gibi konuşuyor diyenler için, alkolun etkisini göz ardı etmemelerini istirham ediyorum.Alkol alınca azıyor işte orospu çocuğu, neyse...

..."

Dostoyevski'yi derdest eden bu kitaptan daha fazla bahsetmek istemiyorum üzgünüm.Çok merak ediyorsanız, gidin kitabı alın; "Bir Rus Tanıdım, Adı Dosto", Kapçık Yayınları'ndan çıkmış kitap 321 sayfa.Yazarı başta da söylediğim gibi Kramyeviç Kemyeliv Kamarov.

Haziran 06, 2010

Sokrates der ki, "Akıllı olun, sikerim!'

Ay dostlar, birazdan öğreneceğiniz bilgiler belki birçoğunuzu, özellikle felsefeye gönül vermiş olanları hayal kırıklığına uğratacak belki ama, doğruları bilmek hakkınız diye düşünüyore.

Bundan yaklaşık olarak 2500 sene evvel yaşanmış bir olaydan bahsedeceğim size, yer büyük ihtimalle Atina, saat bence güneşin battı batacağı sıralar filandır ve mevsim yaz, sanıyorum o dönemlerde yazdan başka mevsim yaşanmıyordu bu filozoflar diyarında, zira beyaz bir çarşaf dışında resmedilmeyen bu güzel insanların kışın ne bok yediğini kimse bilmemekte...neyse konumuza dönelim.

Sokrates, almış karşısına Platon'u anlatıyor da anlatıyor.Biliyorsunuz ki Sokrates yazılı bir eser bırakmadı, çünkü "ben anlatırım aga, dinlersen dikine, dinlemezsen sikime kadar..." diyebilen bir insan kendisi.

Ve bu anlatmalar arasında, Platon'un mal mal bakmasına sinirleniyor ve Platon'a doğru yaklaşıp, bağırıyor:
-O kadar salaksın ki Platon...Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğindir!

Tabi herkesin ortasında Sokrates, Platon'u böyle azarlayınca, Platon güceniyor:

-Ama hocam.
-Sikerim lan hocanı da seni de, diyor ve ayaklarına dolanmış çarşafı bir eliyle kaldırıyor ve mekanı terk ediyor Sokrates.Tabi mekan dediysekte böyle taşlardan bir tribün gibi bişey var, çayır çimen filan, yine böyle taşlar maşlar, garip bir ortam yani.

Başta da dediğimiz gibi Sokrates yazılı birşey bırakmadığı için onun öğretilerini Platon yazıyor ve günümüze kadar gelmesini sağlıyor.
Platon o günün, gecesinde evinde mum ışığında yazma işine koyuluyor.Tabi Platon'un ailesi o zaman çok fakir, bazen Platon mumda bulamıyor, apartmanın koridorundaki mumla aydınlanıyor filan...neyse.

Platon yazıyor yazıyor, geliyor sonunda o kendinin aşşağılandığı bölüme:

"Sokrates: 'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediği... diye bekliyor Platon sonunda delleniyor, 'ğim' lan 'ğim', sen bilmiyorsun birşey boklu Sokrat, sikerim seni de bildiklerini de diyor ve Sokrates'in kendini aşşağıladığı sözü 'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.' olarak yazıyor kuş tüyü kalemiyle...

Ve evet Sevgili felsefe severler siz de bunu kafanıza göre yorumluyorsunuz ya Sokrates'in de, Platon'un da kemikleri sızlıyor şerefsizim.

Mayıs 11, 2010

Seks Yapmadan Sikişeduralım Sabahlara...

...
-Ama...ben seni çok... diyemedim, seviyorum diyemedim, çünkü terk ediyordu beni, yalan aşkım yılan aşkım bırakıp gidiyordu bedenimi, 31e mahkum ediyordu elimi, göbek kıllarımı kesmemek kar kalıyordu yalnızca bana...

-Anlamıyorsun...Beni zaten hiç anlamadın ki...Dinle şimdi, seni kimin konuşturduğunu unutuyorsun kalbim!(kızın kalbi tutmuyor burada kalbim diye sesleniyor bana ne romantık!)ahh sevginin yolunda ne azaplar çektik, hüzünlere gebe bir kayıboyuydu yalnızca mutluluklarımız...

-Gitme...gitme o zaman gitme, bırakma beni, gitme...gitme nolur Tülay elini ayağını öpim(yok karıştı)!

-Gitmem lazım, biliyorsun şu anda 150-160 civarı sayfalardayız, ilk 50 sayfada güzelce tanıştırdı bizi, 100 sayfa iyi sikiştik, kağıt helva yedik, uçurtma uçurttuk, balık avladık, kayahan abiye bilimum aşk klipleri çektik, ama artık bir şekilde ayrılmamız lazım anlamıyor musun?

-Yapma nolursun, bunu bana yapma, anlayamıyorum neden, neden? gitme nolur!

-Kalbim gitmeliyim, biliyorsun hasretlerle kaplı aşklar unutulmaz, torunlarımıza anlatacağımız bir hikayemiz oldu, ömür boyu saklı kalacak tenimizde kalbim...Hem merak etme sen, 100 sayfa sonra yollarımız kesişcek yine, büyük ihtimalle yanımda başka erkek olacak ama sorun etme senle kesin bir daha sikişcem.

-Gitme yalvarırım, gitme, nolursun, kalbini dinle, kalbini dinle kalbimmm...

-Artık gitmem lazım.merak etme çok gerçek bir sebepten ayrılıyormuşuz gibi oluyor, kitabın sonunda çıkacak işte sebebi falan filan.Dur bakimmm, 200e demir atmışız zati, bişey kalmamış sona, sen şimdi 50 sayfa melankolik takılcaksın filan, tam düzeldim derken beni başka erkekle göreceksin, oysa ben o erkekle başka sebepten takılıyor olacağım, ama sen beni seni kandırmış bir orospu gibi göreceksin geleceğiz 350ye, sonracığıma sen sebebi öğrendiğinde çok geç olacak filan, bakalım belki sikişebiliriz ama, sikiştirip yollarımızı ayırabilir belki, bilemem.Şimdi hoşça kal kalbim...

-Yooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooo!!!111!!
...


"Usta romancı Canan Tan'ın son romanı, Seks Yapmadan Sikişeduralım Sabahlara tam bir başyapıt." Yarrock Times

"Avrupalı koyunlardan daha iyi bakıyor." Nihat Doğan

"Sabri Bey napıyorsunuz?" Esra Ceyhan

"Yılanımsı gece fareleri!" Nihat Genç

"Seni seçtim." Ash


Not: Sikiş, sokuş, yarrak, am gibi kelimelerden ziyade Canan Tan usta bir kalem olduğundan sevgi, aşk dışında kelime kullanmamaktadır.

Mayıs 03, 2010

Puştlar, Kıyafetler, Dateler ve Daterlar

Şöyle tipler var bak; güzel, komikçe bir yazı yazar şöyle; "lambidi lambidi hoppa cokka."
şöyle yorum gelir ona, "aa çok komiksin yaa : ))", o puştta hemen şey der, "çocukluktan beri böyleyimdir, nasıl bir manyakların içinde büyüdüğümü bilsenn, hep komiktim ben, ayrıca zeki, çevik ve ahlaklıyımda..."

İşte o güzel komik yazıdan sonra bunu okuyunca suratımdaki gülümseme ifadesi, tuvaletten yeni çıkmış, kabızlıktan muzdarip adamın surat ifadesine dönüşür...

Da ben bunu anlatmayacaktım ki, ne sikim sikim konuşup kafamı karıştırıyorsunuz lan.Benim Date'im vardı size onu anlatcaktım.Date, yani kızla buluşcaktım ulan, ne mal insanlarsınız ya, neyse..

Kızla buluşcam işte, ben cool adamım, bilen bilir beni, önem vermem böyle, yok kıyafet seç, yok saç yap, yok bilmem ne, banane lan, giyerim elime ilk gelen tişörtle blucini, saçlarım zaten ipek gibi, çarpar kapıyı çıkarım.

Yok lan öyle gözüküyorum aslında...aslında öyle gösteriyorum kendimi ve buna inanmak istiyorum.giyeceklerimi bir hafta önceden ütülettim, dolabıma yerleştirdim ama elime ilk gelecek kıyafetler olacak yere koydum ki öyleymiş gibi gözüksün.
Saçımı yapmadığımı göstermek için, duşa girdim ve fönle kurutuyor imajı çizdim.ama aslında şekil veriyordum ama dedim ya kendimi de kandırıyordum bir taraftan.
Hele bir de aynaya bakmadan kurutuyorum ya foyam ortaya çıkmasın diye, saçımı yaptıktan yani kuruladıktan sonra sürekli evde gezinmeye başladım.Aynanın önüne ne zaman gelsem saçıma bakıyor ve bozuk olan yer varsa düzlüyordum ama fazla kalamıyordum tabi sonuçta ben böyle şeylere önem vermeyen bir adamım, gezinmeye devam, yatak odasında 20 saniye, koridordaki aynada 30 saniye, sonra kendi odamda biraz daha, sonra çıkıp çorap almaya gidiyorum yine aynı sürelerde aynaların önünde kıyafetime ve saçıma bakıyorum ve sanki hiç ama hiç önem vermiyormuş gibi, cool gibi, tarz gibi evdekilere ben çıkıyorum deyip, kapıyı üzerime örtüyorum.

Asansör isterse 3 saat meşgul olsun yine de beklerim, sonuçta son rötuşlar için asansördeki ayna büyük lütuf, ama orada da şimdi kim inecek merdivenle o kadar katı diye kandırıyorum kendimi ve asansörde son rötuşları hal ediyorum.

Zayıflamışmıyım lan ben, bu pantolon belimden düşecek gibi.Neyse ne olcak amına koyim, iki elimi de kotun cebinden çıkarmam, olur biter.Amına koyim cool ayağına koltuk altıma deodorantta sıkamadık, neyse hava buz gibi bir bok olmaz.Hem tişörtüm solmuş gibi, ceketim güzeldir, onu çıkarmam hiç, ohh iyi bu, hava daha da soğusa keşke...

Ben böyle şeylerin hep böyle olduğunu düşünür, bilirim.Yani kesinlikle tişörtler solmuştur, pantolon belden düşer, çorap deliktir, makyaj akmıştır, koltuk altları yırtıktır, ağda zamanı çoktan geçmiştir, yani herkes böyledir ve sokaktaki insanlar, böyle insanlardır ve böyle insanlar doğru insanlardır.

Mesela sokakta yürüyorum işte Date(randöövü)'in olduğu mekana doğru, herkes sürekli kendine bakıyor, ya camekanlardan, ya cep telefonunun ekranından, ya cep aynalarından, ya eliyle dokunarak ama bakıyor ve herkes farkında; pantolonundaki lekeden, eteğin söküğünden, gözlüğün çatlağından, ayakkabının yırtığından ama olması gereken buymuş gibi geliyor.Yani vücudumuzun üstüne giydiğimiz herşey bana hayatın dişlileri gibi geliyor.Sırf o pantolon belimden düşmesin diye akıttığım teri bilirsiniz, ellerim cebimde soğuk soğuk terler iken o eli dışarı çıkaramamak nedir bilirsiniz, bakın sikikler, bilirmisin diye sormuyorum bile çünkü herkes böyle, elbette böyle olmayan puştlar da var.

Sokakta yürürken bir herif gördüm, herifin üstünde terziden çıktığı belli siyah bir takım var, güneş gözlüğü Rayban ve o adam için özel yapılmış gibi, ayakkabısı parlatılmış bir toz bile yok ve bu adam sokakta yürüyor.Aklıma yukarıdaki puşt geldi, "ben zeki çevik ahlaklıyım?" böyle insanlar normalde yoktur, sokakta yoktur, insanların arasında yoktur, ama görürsen anında der işte, "ben zeki çevik ahlaklıyım." diye...yukarıdaki örnekte kendini gösteremeyen insan bunu yazarak dile getiriyor, sokakta yazmaya gerek yok, ben diyor zeki çevik ve ahlaklıyım ve bütün pantolonu lekeli, eteği sökük insanlar, yani biz, yani sen, o adama nefretle bakıyoruz, çünkü o insan değil, o bizden değil, o bir puşt, o nasıl bir ailede büyüdüğünü bilmemizi isteyip duran bir puşt...

Neyse mekana geldim, gelirkene son kez kendimi gördüğüm heryerden kimseye hatta kendime bile çaktırmadan kıyafetime, saçıma bilmemneyime baktım...
Dater(manita adayı)ım beni içerde oturmuş bekliyordu, içeriside en az dışarısı kadar soğuktu, sevindim, ceketimi çıkarmama gerek yoktu, içeriden hep "ya ne bu soğuk, klimaları neden açmıyorlar." gibi sesler geliyordu ama Daterım ceketini çıkarıp çoktaan yanındaki koltuğa koymuştu, sevindim, o da bizdendi, büyük ihtimalle ceketinde bir sökük veya leke vardı, canımm benim kıyamamm.Güleç suratla yanına iliştim, güzel bir Date olacağını ilk anda anlamanın verdiği özgüvenle gülümsedim Daterıma...

Mayıs 01, 2010

Televiyjın, Göğüs, Kamera, Bağlayamamak

"Yeni bir diziye başlıyormuşsun Vodvilciğim hayırlı olsun?"
"Evet yaa, öyle bir projemiz var, bakalım, şimdi açıklayamam yapımcım beni öldürür, bakın arkadan bizi izliyor ehi ehi, ama evet öyle bir projemiz var, bakalım, şimdi açıklayamam ehe ehe." dedim, evet lan aynen böyle konuştum, televizyondaydım, sunucu sordu ve aynen böyle cevapladım, herşey çok güzeldi, seyircilerle aramı yapmıştım, espri patlatıyordum ve kahkahalardan sonra göğüs dekolteli konuğa yan gözle bakıyordum, harikaydım...

"Senin yeni albümden bir şarkıyla devam edelim mi ne dersin?" diye sırıta sırıta ilişti sunucu derin göğüs dekoltesine.
"Hay hay." dedi göğüsler her bir meme için 1 kere hay.

Müzik başladı ve ben yavaş yavaş korkmaya başladım zira kameraman yüzlerimizi çekmeye başladı ve ben şarkıyı bilmiyordum, üstelik ritim de tutamıyordum salak samalak bir şarkıydı.Kamera döndü dolaştı yüzümde durdu, önce boşluğa bakar gibi yapmak istedim ama şarkı slow filan değildi, başka tarafa dönüp gülümsemeye başladım bu sefer, içimden "hadi diyordum gülümsemem bitince yapacak birşeyim kalmıyor değiş artık kamera" ve değişti, kamera değişti benim alnımdan aşşağı 3 kova ter aktı birden, yani kamera bir daha bana doğru gelirse yüzümün görüntüsü iğrenç bir hal alacaktı...

Derin göğüs dekoltesi kameranın beni çektiği sırada ağzımı oynatarak eşlik ettiğimi gördüğünden nakarat kısmında yanıma doğru gelmeye başladı...ne yapacaktım lan şimdi, gülümsedim, göğüslerde bir aşşa bir yukarı gülerek bana gelmeye başladı, şimdi bir el sırtımda ve mikrofon ağzımın önündeydi...

"Aşkk... için... gerekli... hüzünnn... Gücün... evettt. varmııı... yüzünn... Layyyy laaayy layyy...ehehehe" gibisinden birşeyler söyledim her kelimeden sonra göğüsün yüzüne bakıp kafamı aşşa yukarı sallıyordum ve dekolteye bir bakış elbette, zaten Layy layyy a bağlayınca göğüs dekoltesi beni bırakıp seyircilerine yöneldi...

Şarkı sonlanmaya az kalmışken slow bölüm girdi ve kamera yine bendeydi.Boşluğa bakmaya başladım çok iyi de bakıyordum, ama kamera değişmiyordu sürekli bendeydi, bende başka yöne doğru boşboş bakmaya başladım, önümü arkamı sağımı solumu sobeledim ama kamera hala bendeydi, kamera değişmiyordu bir türlü...

Esasen buradan "uyandığımda..." ya bağlamaktan başka birşey gelmiyor aklıma..."uyandığımda tv başındaydım ve o programda başka birisi kameraya çaresiz bakışlar fırlatıyordu..." ya da "uyandığımda altıma işemiştim ve bu sefer bakışlar üzerimdeymişçesine durumu çaktırmamaya çalışıyordum" bla bla bla...

Uyandığımda demicem amına koyim, bitiriyorum yazıyı, zorlamicam bu kadar işte, siktirin.

Nisan 28, 2010

Sanat Tarihi, Politika, İbn Rüşd, Hegel

"Yemiyon mu ben yerim seninkini de." hayatımı karartan cümleydi bu cümle, sikti iflahımı, koydu amıma...

Zamanı hatırlamıyorum dostuum, tek hatırladığım aç olduğumdu, lanet olsun dostum açtım işte, kahrolası midem beynimi dinlemiyordu, bir beyaz gibi ağzımı kapatıp yemek yiyor ve işaret parmağımla dışarı fışkıranları silip dilime sürüyordum.Açtım lanet olası açtım işte! ay em friikk men andırstend? ay em fakinkk friik!

Oturup birşeyler yiyordum ve birisi yemeğini yarım bırakınca o cümleyi yapıştırdım dudağımdaki yağı işaret parmağımla silerken, "yemiyon mu ben yerim seninkini de." ve "ye" cevabıyla, tabaktakileri alıp benimkilere boşalttım ve daha sonra yanımdaki arkadaşımdan gelen, "Vodvil sen de hayvan gibi yiyon haa, ne bulursan yiyon amına koyim, he eheee" esprisini "he ehe napim oğlum açım." diye yanıtladım, bana herşey normal gibi geliyordu, nolcaktı ki, yemek boşa gitmedi yedim, bir espri patladı filan...

Ama yooo, yoo dostlar yoo, beklediğim gibi olmadı, vay bana vahlar bana, yanıyorum ya habibi...O günden sonra ne zaman biri yemeğini yarım bıraksa gruptan biri çıkıp, normal şekilde -evet dostlar espri mahiyetinde değil, gayet normal şekilde.- şu cümleyi zikrediyordu "La Vodvil yesene Murat'ınkini boşa gitmesin."

İlk başlarda anlamadım, ya da tecahül arif yaptım a dostlar nereden bileyim.Yedim sürekli, kalmışları yedim, nolcak ki dedim yedim.Ama, ama...

"Ben birayı içmicem, al la Vodvil bi dikimlik kaldı zaten."
"Ver amına koyim, hüüüüpp."
"Amına koyim benimkini de iç bari."
"Ver orospu çocuğu ver, hüüüp."

Dostlar benim bir adım vardı, ben Vodvil'dim, bir garip adamdım, her türlü giderim vardı.Noldu şimdi noldu biliyor musunuz? Söylemesi zor ama, A..Art... Artıkçı olduk amına koyim.Herkesin kalmışını biz yiyoz, asidi kaçmış colayı ben içiyorum, sımsıcak biralar? Vodvil içer. Kalmış pizzalar? Atmayın Vodvil'e veririz.Orospu çocukları köpekmiyim lan ben!

Şimdi dicen ki "e yarram yeme o zaman!"...ne oldu böyle deyince, sen sanıyormusun ki yazıya başlarken ben bütün olasılıkları hesaplamadım.Sanıyor musun ki gücümüzü mutlak betimleme ve olağanüstü öykülememden alıyoruz.Bunlardan elbette alıyoruz ama biz gücümüzü bilimsel ve fizyolojilik, taktiksel psikolojik stratejimizden alıyoruz.Ayrıca liderimiz Devlet Bahçeliden de alıyoruz gücümüzü, ülkücü hareket engellenemez auuuuuuuuuu! ..Yani diyorum ki öyle yeme demeyle olmuyor!

Çünkü artık senin bir nevi özel yeteneğin, titrin oluyor bu artan yemekleri yemek.

Birisi sen o artığı yeyip bitirirken, "La Vodvil oğlum hayvan gibi yiyon haaa! ehe ehe." deyince belki ilkin ağrına gidiyor ama benim göğsüm kabarıyor ay dost...

Önceleri arada sırada espri yapan, bazen beyaz, yakaları lacivert gömleği giyince "ooo Vodvil gömlek fiyaka" iltifatından başka sevgi sözcüğü duymamış bir insan için fazladan bir özel yetenek kazanmak nedir bilemezsiniz tabi...

Evet artıkçıydım ama en azından artıkçıydım, sen nesin ordan sikim sikim gülüyon bana.
Amına koyim artıkçıyım ona bile üzülemiyorum.Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, kahrolsun İsrail siyonizmi, siyaset hakkında tüm bildiklerimi de söyledim yazıyı bitiriyorum, esasen yazıyı abimin eskilerini giymeye bağlayacaktım ama romantik bir hava vermek istemedim.Yarram romantik diyoruz edebiyata karşı da boş değiliz yani, yukarıda tecahül arifte dedik, ironide yaptık Devlet reis dedik, Kapalı Uyuma! kime diyoruz burda.

*Başlıkla ne alaka diyen olursa götünü sikerim, açın okuyun bi Hegel sonra anlarsınız nerden uyduruyoruz bu başlığı diye.Entelektüeliz diyoruz kime diyoruz oğlum biz.

Nisan 24, 2010

Mature, Asansör, Yolculuk ve Göğüsler

Apartmanın önüne geldim ve zili çaldım, cam kapıdan içeride asansör bekleyen bir kadın gördüm.Bu biraz garip bir durumdur, kadın ya çaldığım zili beklemeden gelip bana kapıyı açacaktır ya da beni görmezden gelmeye çalışıp asansöre binip gidecektir.İkincisini yapmak istediği belliydi fakat asansör bir türlü gelmiyordu ki ben kapının açılmasını, kadın asansörün gelmesini bekliyordu.

Normalde bende kapıda beklemektense etrafı seyre koyulurum eğer içerdeki kapıyı açmaya yanaşmazsa... ama bu sefer aklıma, iki elimi gözlerimin etrafında birleştirip içeri dik dik bakıp, camı tıklatmak geçmedi değil.Yapmadım ama, çünkü kadın bir memur karısına, ya da Hatçe teyzeye benzemiyordu, o bir kadındı hanım gibi değil kadın gibiydi...

Kapı açıldı, girdim içeri ve asansör bekleyen kadının yanına kadar gelip asansör bekleyen adam oluverdim.Şimdi merhaba demelimiydim, hadi geçtim merhabayı kafamla selamlaşmalımıydım... ama kadın bana kapıyı bile açmadı, ya da selamıma karşılık vermeyedebilirdi, hiçbirşey yapmadım beklemek dışında.Arada gözlerine doğru bakıyordum ki belki o selam verirse, bende karşılık verebileyim diye.

Kadından bahsetmedim diğ mi henüz; 45-50 yaşlarında bir kadın, ama bakımlı fakat güzel değil.Çalışmıyor gibi ama iş kadını havasında gibi gibi.Yani kadın bana bakıp, "sen kimin oğlusun çocuğum" deyecek yaşta fakat o soru kendisini de yaşlı göstereceği için en fazla, "siz yeni taşındınız sanıyorum."a bağlamaya çalışacaktır.

Asansör geldi, o kapıdan tarafa yakın olduğu için o açtı kapıyı ve beni buyur etti gözleriyle, teşekkür ettim ve girerken siz kaçıncı kat... diye sordum, uzatmadım cümleyi "siz kaçıncı kat." durumumuza uygun bir cümleydi, yeterliydi.

O 7 deyince ben de hiçbirşey demeden 6'ya bastım.Ve sonra aynaya döndüm, kadın hemen kapının önündeydi bense aynaya yakın taraftaydım ve aynadan ona bakmaya başladığım da göğüs dekoltesine gözüm kaydı, güzel olmayan ama çirkin de durmayan sıradan göğüsler, sadece dekolte olduğu için dikkat çeken cinsten ki dekolte göğüs bulmak zordur bulunduğum semtte hele hele bu yaşlardaki kadınlarda...

Aklıma binbir türlü sapkın sapkın hikayeler gelmeye başladı, acaba üzerime atlar mı, keşke atlasa, ben yeltensem çığlık atar mı ki, belki de o benden bekliyordur, bana mı baktı, göğüslerine baktığı mı mı gördü, bir anket vardı ya kadınlar asansör seksine bayılıyormuş, belki o ankete bu kadında katılmıştır, kesin katılmıştır baksana göğüslere...

Bir ara kafamı kaldırıp kaçıncı katta olduğumuza baktım 4 bitiyordu, 5e geliyorduk, üzüldüm, normalde, "siz kaçıncı kat." tan sonra gelen, "sen kimin oğlusun."a bağlayan kişilerin olduğu asansör yolculukları geçmek bilmez, zira bu sorunun cevabından sonra gelen, "hangi okula gidiyorsun.", "kaçıncı sınıfsın." sorularından sonra soracak soru kalmaz ve "hadi bakalım"a bağlar asansördeki cam kenarı buddysi ve bütün bu diyaloglar yaşandıktan sonra kaçıncı katta olunduğuna bakıldığından 2 den yukarı bir rakam görülmediğine şahit olunur.Yani biri konuşmaya çabalarsa, batar, zaman geçmek bilmez.Hatta 3. kata gelindiğinde bari bir mola verseydik, kan ter içinde kaldık durumları bile yaşanabilir asansör yolculuklarında...Yanın boş olması her zaman daha iyidir.Zira komşuluk ilişkileri hiç gelişmemiş biri olan benim için yanıma kim gelirse gelsin o 6 kat, geçmek bilmez bir azap olur her zaman...Bu sefer öyle olmamasının sebebi göğüslerdi, göğüsler, göğüsler, göğüsler...

6. kata geldik, ben kapıya yönelip açtım ve çıkarken "yakşamlar" dedim ama aklımda hala diğer elimden tutup dudaklarıma yapışır mı ki düşüncesi vardı, hatta kalp atışım da acayip hızlı atıyordu, olmadı oda "yakşamlar" dedi ve kapı kapandı, çıkkk dedi ve asansör yoluna devam etti.

Mart 16, 2010

BİM, 31, Kaju ve Bu da mı gol değil?

Aslında yazıma tam başlamak üzre idim ve şeyden bahsedecektim.Şeyden; bilgisayardan anlamayan bir adamın porno izleyememesinden bahsedecektim.İp değiştiremediği, Türkiye'de de bütün porno sitelerinin kapatılmasındandan ötürü, adam porno film izleyemiyordu filan.

Ama annanemin canı, içinde beyaz leblebi ve kabak çekirdeği olan karışık çerez çekti, almamı rica etti ve bende porno izleyemeyen adamı yazmak yerine BİM'e gittim ve neler yaşadım neler...

Bir kere BİM'e gitme sebebim sadece çerez değildi, konserve mısır çekmişti canım, arada o da kaynar deyerekten gittim BİM'e, yoo her halükarda BİM'e giderdim, biz çok fakiriz...

Herşey gayet normaldi, BİM hala apartmanın altındaydı, apartman hala BİM'in üstündeydi, kasiyerle tartışan birisi mevcuttu, kasa sırasında şalvarlı bir hacı hoca amca mevcuttu, içerde müzük olmadığından sürekli, "bu daha ucuz.", "bu da çok ucuzmuş, bunu alalım." sesleri geliyordu, bir kaç tikky kız sürekli olarak "umarım bir tanıdık görmem, umarım kimse beni görmez." mimikleri ve korkusuyla dost süt alıyorlardı.Her şey kusursuz derece de normaldi ve benim aklım sadece, "porno izleyemeyen adamı nasıl dramatize edeceği" ile ilgileniyordu.

Uzun süreden beri BİM'de alışveriş ederken fiyatlara bakmayı bırakmıştım, eğer markanın adı salakça uydurulmuş birşeye benziyorsa direk alıyordum fiyatına bakmadan ve BİM'deki bütün markalar salakça uydurulmuş birşeye benziyordur...

Yine aynı alışveriş stratejisi ile Simbat çerezlerine yöneldim, resimlere bakarak yönümü buluyordum; sadece leblebi, sadece çekirdek, sadece kavrulmuş mısır... ahhhaaa üstünde fındık, fıstık filan resmi olan Simbat paketini görünce atladım hemen 2 paket aldım nasıl olsa en fazla 2 liradır deyerekten.Sonra yine fiyatına bakmadan Yurdum mısır konservesinden aldım, aslında almak istemedim, içimdeki can çekintisi nedense geçti ama kasada uzaktan da olsa bir tanıdık görünce hemen atladım 2 konserve de mısır aldım, zira elimdeki 2 paket çereze bakıp içinden, "Fakire bak 2 paket çerez için BİM'e gelmiş, breh breh." dedirtemezdim ya!

Tanıdıkla önce merhabalaştık ertesinde elimdekilere baktı ben de hemen atladım gülümseyerek, "mısır konservesi severim, başka yerde bulunmuyor..." böyle deyerek aslında bu sikilmiş fakir bakkalda beni göremezsin mesajını alenen değil direk olarak söylüyordum, o da anlıyordu.O, kasada bende fazla fazla sıra önde olduğundan ve aylık alışverişini yapmış olmanın kasıntısıyla yavaş yavaş poşetliyordu almış olduğu erzakları, ve durmadan "poşet alabilir miyim?, daha çok varda.." diyordu üstüne bir de gülüyordu pezevenk, "ulan puşt 6 poşet doldurdun 22 lira ödedin, kafanı öne eğip gideceğine bir de poşet istiyorsun!" deyecektim ama sustum.

Sıra bana geldi ve benim aklıma "Adam 31 çekemiyor, ey kardeşler, ey dostlar, BU ADAM 31 ÇEKEMİYOR, nerede bu devlet, nerede bu millet!" minvalinde cümlelerle yazıyı ironik bir sömürüye çevirme fikri gelmişti, kasadaki görevlinin ne dediği pek umrumda değildi, ben cebimden 20 lirayı çoktan çıkarıp koymuş ve aldığım 3 parça malı (tanıdık gidince mısırın birini bıraktım) poşetliyordum.

Parayı aldım, "yakşamlar." dedim çıktım dışarı sonra fişe bakayım ne kadar tutmuş hıh dedim küçümseyerek, ama fişi almadığım aklıma geldi bende elimdeki paraya baktım, elimde sadece 6 lira vardı, aney bobey nasıl olur diye söylenmeden flashback yaşadım, kasa görevlisinin "13 lira 60 kuruş..." lafı kulağımda çınlıyordu, hemen poşeti açıp baktım, sadece 3 parçaydı, simbat çerez paketinin birini elime aldığımda acı gerçekle yüz yüze geldim.Envai çeşit resimlerin üstünde "PARTY" yazıyordu, resime yaklaştım bir daha baktım, "ooooooww nooo!" arkasını çevirip içindekilere baktım; fındık içi, badem içi, cashew, iç antep fıstığı, soyulmuş yer fıstığı, tuz.

Hemen mal mal BİM'e geri döndüm, şok olmuştum, dilim tutulmuştu, hızlıca kasaya iliştim, ortalıkta kimse olmadığı için kendimi kasmadan direk, "bunun içinde leblebi olması gerekmüyür mu?" deyiverdim, masumdum.

Adam, "hayır, o lüks olanı, içinde leblebi olanı bakiiiiiiiimmm kalmamış..."
"Bunları iade edebilir miyim?" dedim, masumdum.
"Fişinizi alayım."

Fiş, fiş yoktu, nerdeydin fiş?Ceplerim hayır orda yok, dışarıya mı atmıştım emin değilim, kasanın etrafında yoktu, adamın ayaklarına kadar geldim yerde emekleyerek, bütün fişleri inceledim ama yoktu, yoktu işte...bozuntuya vermeyeyim deyerek kimseye görünmemek için hiç ayağa kalkmadım emekleyerek çıkmaya çalıştım, ama kapı çok ağardı, yenilgi üstüne yenilgi, hızlıca ayağa kalkıp çıktım dışarı.

Kesin kapıdan çıkınca atmışımdır diye düşünerek etrafta fişimi aramaya koyulacaktım ki o da ne?Etrafta en azından 81273987123 tane fiş vardı, bütün şehir BİM'den alışveriş yapıp, kapıdan çıkar çıkmaz fişi kapının önüne atmıştı sanki...

Yerdeki fişleri tek tek incelemeye başladım.Bu da değil, bu da değil, bu da değil, manyak gibi fiş arıyordum sürekli olarak ellerim yerde domalmış vaziyette fişleri kontrol ediyordum.

"yok, yok, yok, bu da değil, nerede, nerede, nerede..." diye diye yavaşça ayaklandım ve ellerimi şavşank redempteuşının afişi gibi açıp, "Neredeeee!" diye çığlık attım...masumdum.

Bu yazıyı göz yaşları içinde, çerez yer iken yazıyorum.

Ve bu olay sonucunda 2 şey öğrendim:

1. 31 çekemeyen adamdan banane ulan, siktir git orospu çocuğu seni!
2. Kajunun orjinal adı cashew imiş.

Mart 06, 2010

Amerika, Teleportasyon, Taş Karı ve Hollywood



Adam konuşmasını bitirdi ve kafasını kağıttan kaldırıp bizlere döndü, sağ elini yumruk yapıp havaya kaldırdı ve, "Tanrı Amerika'yı korusun!" deye bağırdı...

Hemen ayağa fırlayıp "Tanrı Amerika'yı korusun!" deye bağırdım etrafımdaki herkes gibi ve bir taraftan da handlerimi claplamaya başladım seri seri, acıta acıta...

Herkes ayaktaydı ve manyakça claplıyorlardı, konuşmayı yapan adam gülümsemeye devam ediyordu ve ben de etraftaki insanların yüzlerine bakmaya başladım.Kimisi gülüyor, kimisi gülümsüyor, kimisi ağlıyor, kimisi gülerken gözünden yaşlar dökülüyordu, ortalık 56 olmuştu.

En salakları ise gözünden akan yaşları bir taraftan silmek isteyip bir taraftan da claplamayı kesmek istemeyenlerdi, alkışı kesmeden omuzu ile göz yaşlarını silmeye çalışması bana dirseğini yalamaya çalışan salakları hatırlatıyordu...

Bu insanlara çok dalmışım ki kameranın beni çektiğini fark edemedim.Kamera tam dibimdeydi ve gülümsemeyen dalgın suratıma zoom yapmıştı.Elbette bunu fark eder fark etmez clap dozajımı arttırdım ve tekrardan, "Tanrı Amerika'yı korusun!" deye bağırdım, ama etrafta tek bağıran ben olduğum için volümü yüksek "Tanrı", ertesinden gelen yine güçlü bir "Amerika", fakat ertesinde durumu fark etmemden ötürü güçsüz bir "koru" ile sesini benim bile duymadığım bir "sun" olarak bitti cümlem, ama alkışı elbette kesmedim ve kameraya doğru dönüp, "vuuuhuuuuuu!" diye bağırdım kahkaha krizine girerek, elbette sesim romantik-komedi filmlerinin berbat bir Türkçe dublajı gibi çıkmıştı, ben bütün bunları söylerken.

Sahne geçtiğinde ellerim cebimde yolda yürürken buldum kendimi, ağzımda bir ıslık, ıslıkta Beirut'un Postcard From Italy'si vardı.Hayatın da asla düzgün ıslık çalamamış olan ben, ıslıkla çalınmayacak bir şarkıyı ağzımda oyuncak etmiştim resmen.

Derken yanıma acayip taş bir kadın yaklaştı ve "Beirut'u benden başkasının dinlediğini sanmıyordum" dedi seksi bir gülümsemeyle, "Ne sandın yarraam!" deyip bu muhabettin içine etmeyecektim elbette, "Beirut iyidir." dedim çok cool bir şekilde.ipodunun kulaklıklarının birini benim kulağıma yaklaştırdı ve bende ona yardım etmek bahanesiyle elini tuttum ve bu sırada elindeki kitaplar yere düştü.

İçimden ne oluyorlar ulan dedim ne alaka? Bütün filmlerdeki klişeler bir bir oluyordu ve birden korkuyla birlikte gelen bir heyecana gark oldum, zira her romantik-komedide sikiş olurdu değil mi?

Kitapları almasında yardım ederken yine ellerimiz aynı kitapta buluştu ve ben önce kızla göz teması kurdum ve ertesinde kameranın bizi çekmesi gerektiği yere bakıp göz kırptım.

Sahne değiştiğinde aynı kızla metrodaydım.Yan yana oturmuş Beirut'tan Nantes dinliyorduk ve kızın kellesi omuzlarımdaydı.
Aklımda yalnızca tek bir soru vardı, "seviştik mi?" bir tarafım buna evet diyorken, öbür tarafım hiç bir şey hissetmediğini beyan ederek ne anladım bu seksten diye haklı bir sitemi dillendiriyordu.

Madem yine gidecez başka yerlere sikerim o zaman bekliyorum ben sikiş sahnesini deyip tepkisiz şekilde metroda oturmaya devam ettim.

Sahne değiştiğinde hemen sol omzuma baktım, kimse yoktu ama sol omzum yeşil balgamlar ve salyalarla ebesinin ammı olmuştu.Bunla kalsa iyiydi sağ omzumda kendi ağzımdan çıkan salyalarla beyaza kesmişti üstümdede siyah polarım vardı.

Belki dedim olur ve başka yerde uyanmak için beklemeye devam ettim...

Ama hepsinin haricinde pek üzülmüyordum zira gündüz gözüyle hayatımda göremeyeceğim bir kızla çatır çatır sevişmiştim, kameraya doğru bakıp ellerimi iki yana açıp muzip bir ifadeyle dudağımı büktüm.

Ekran daire şeklinde yavaş yavaş küçülüyordu en son göz kırptığım yerde ekran tamamen kapandı ve Beirut'tan Elephant Gun ile birlikte beyaz yazılar gözükmeye başladı.

Mart 03, 2010

Msn, Garip Anam, Hayal Kırıklığı ve Sasha Grey

Cıkırt cıııııkkkkkkkk sesiyle hiç irkilmedim, gelenin annem olduğundan emindim.Sanki hiç bir şey olmamış, sanki o kapı cıkırt cııııkkkkk'lamamış, sanki annem yalnızca kafasını odanın içine sokmamış, sanki hoşlandığım kız msnden beni titretip, 'npysnn bakiimmm? (:' dememiş gibi hiç bir tepki vermedim vücudum ile, ama kalbim gözlerimin aşşağı kayıp 'npysnn bakiimmm? (:' yazısını görmesiyle birlikte artan bir ivme kazanarak duyacağım volümde küt kütlemeye başladı.

-Uyudun mu oğlum?
-Evet anne...
-İyi geceler oğlum.
-İyi geceler mami.

Cııııkk cıkırt...Annem uyuduğuma ne kadar inandı emin değilim, ama beni uyandırmak istemezcesine kapıyı kaparken ses çıkarmamaya çalıştı, 'canım anam!' deye iç geçirmem gerekiyordu belki, ama ben kıza yazacağım cevabı düşünüyordum...

Sürekli olarak klavyede bir kelime yazıp, siliyor sonra tekrar başka bir şeyler yazıp, tekrar siliyordum.'Hiç' demek yerine, ' müzik dinliyorum :), sen napıyosun? :)) ' yazıp yolladım ve direk pişman oldum, her kelimeden sonra gülmüşüm amacım neydi ulan benim?Birşey yazıp dikkatini dağıtayım deye düşünürken bir gülücük ' [=. ' daha yolladım ve iyi bok yedim, bir de farklı bir smiley yapıyorum ne oldu daha mı komik oldum şimdi...Salak!

-Hiçç ya napim ölee (: , deye cevap geldi, eee Vodvil ne yazacaksın şimdi kıza, hayatında bir kez olsun bir sohbeti açabildim mi?

Dıırrriiinkkkk (kafamın üstündeki ampul yandı)

-Eee okul nasıl gidiyor? : )) , bunun için yandıysa yanmaz olaydı o ampul, puhhh ulan bana!

- Aynı ya bldiin gbii .

İşte bu kadar Vodvil efendi benim sohbetim, siktir git şimdi kitap oku, salak herif ya da ne kitabı git porno izle abazan mal beni!

Zaten pek güzel kız da değil, ne uğraşcam şimdi kırk saat boş boş konuş...

Bok güzel değil salak, hayatım da kız mı gördüm lan ben de bunu beğenmiyorum!

Madem beğendim, ben yazim o zaman!

Benden bir bok olmaz, boşa denemiyim!

Ya sus sus salak herif!

Ben susim asıl bir bok beceremiyorum!

- Yeter siktir git amına koyim yaa!

- Vodvil ne diyorsun sen? :@ :@

- Aa yanlış oldu ya sana yazmıyordum, ne yaptım lan ben? kıza yazmışım amına koyim.

İletiniz gönderilemedi.[b]MeLiSSa [L] [/b] sizi engelledi.

yuciz nokta kom enter... Site Mahkeme Kararı İle Kapanmıştır.
üff amıma koyim ya ip'yi değişmek lazım şimdi, neyse değişiyim iki dakikada.

Zaten güzel kız da değildi ki niye üzülüyürorum.
Haklıyım, en iyisi porno izleyeyim, değişti mi?hah değişti ip...

Ohhh site de açıldı, Search: Sasha Grey Lez

Şubat 17, 2010

Dostoyevski, Sigara Adamlar, Kahvehane ve Kumar

Sol kulağımı kesip resim çizmeye başlasam, dikiş tutturur muyum ki?

Bu dediğimi yıllar önce ben, çok başarılı şekilde denedim, tutmuyor.Bundan bir önceki yazı da nasıl Jack London yanılgısına düştüysem, ertesinde daha da hırslanıp biyografi kurcalamaya devam ettim.

Ve karşıma Dostoyevski çıkıverdi; kumarbazdı, utangaçtı, düzgün bir hayatı yoktu ve bu hayatı sonucu haklı bir ustalık kazanmıştı yazın konusunda...Böyle garip şeyler yapacaksın ki yazar olasın düsturunu benimseyip Dostoyevski olma çalışmalarına başladım.

Öncelikle ben zaten utangaçtım, fakat düzgün bir hayatım vardı, lakin kumara başlarsam düzgün hayatım bozulur ve ben yazar olma konusunda adım adım ilerlemeye başlarım diye düşünüyordum.

Ertesi gün bizim sitenin yanındaki Şahin Kıraathanesi'ne gittim, yaşıtım olmasa da 17-18 yaşlarında olan birçok masa vardı dolu olan, gerisi de 30-128 yaşları arasında değişen deri ceketli, kumaş pantolonlu, kır, kirli sakallı, sigara kokan değil artık birer sigara olan insanlardı.

Gençler genelde iskambil oynuyordu yaş büyüdükçe bu okeye dönüşüyordu ve 3. , 4. bulamayanlar ya da 5., 6. filan olanlar tavla atıyordu.

Kahkahaların, okey taşlarının seslerine karıştığı, her daim çay servisinin olduğu, yancılara sürekli oralet ikramı yapıldığı,sandalyeler dışında köşebaşlarına koltuk döşendiği için ben kahve görüntüsünden ziyade bir komünal toplum etkisi yaratmıştı.

Artık ne kadar süredir oradalarsa ayakkabısını çıkaranlar, ayağını kıçının altına sokanların sayısı bir hayli fazlaydı ve birer sigara olan insanlara ayak kokusu pek etki etmiyordu.

Simitçi beni çok şaşırtmıştı, içeri girer girmez sanki sipariş almış gibi her masaya 5er 10ar simit koyuyordu.

Bir sandalye alıp batak oynayan gençlerin yanına oturdum, selam verdim, kimisi aldı-almadı, oturmaya devam ettim, bir çay istedim ama bir türlü kumarbaz moduna giremiyordum, sonra yan masada tek başına at yarışı oynayan adamı görünce kalktım adamın yanına oturdum.
-Abi ya nasıl oynanıyor bu deyince adam sanki yıllardır ilk defa kendine hitap edildiğine şaşırmış bir mimikle bana bakıp direk beynindeki, kağıttaki, gastedeki, ebesinin ammındaki bütün bildiklerini bana anlatmaya başladı.
-Bak abicim bunları gördün mü bunlar koşan atlar, bunlar da onların jokeyleri, Karataş'ı gördün müydü vereceksin hemen ona, bu işler böyle olur bak burda atların yaşı var, arap atı dayanıklıdır uzun yarışlarda arap atlarına oynayacan, kısa yarışlarıda ingiliz atlarına vercen direk, cartta curtttuu vesaiiree... şeklinde anlattı da anlattı bu sigara adam ama amacımdan sapıyordum ben buraya kumar oynamaya gelmiştim ve o anda aklıma Çaycı Hüseyin geldi o da bir kumarbazdı ve at yarışı oynuyordu:
- Abi senin kupona bende oynayayım ucuzsa, dedim.
adam kabul etti 2 lira istedi, bende verdim sonra kuponu oynamaya gittik sanki iki kanka olmuştuk yanından ayrılmıyordum, kuponu oynayıp kahveye yarışı izlemeye geldik ben hemen 2 çay istedim -düşünün kahveye girer girmez 2 çay diyorum, resmen sigara adam olmuştum.-, çaylar geldi, yarış başladı herkes bağırıyor, 'hadi oğlumm, hadi oğlum, hadi kızım, hadi canımm!' deye ben bir tek filmlerde olur sanıyordum tabi durmadım bende bağırmaya başladım ve fakat ilk yarışta bizimki yattı sigara adam kuponu yırttı, bende sıkılmıştım zaten bu at yarışından, ilk geldiğimde batak oynayan masa 4. arıyordu dedim hemen:
-Abi ben biliyorum, oynarım.
-Hesabına oynuyoruz ama ona göre paran varsa otur.
-Ayıp ediyon dedim, racon bicon da konuşuyordum artık, oturdum 13+1 batak döndürdük, hesabına dediği çaydan, oraletten öte birşey değildi ve bende sabah babamın cebinden yeterince para aşırmıştım zaten ödemezdim iyi bir batakçıydım.

Ama yenildim, daha doğrusu beni araya aldılar ve kumar hayatımda ilk kalleşliği de o masada yemiş oldum, hemen kalktım hesabı ödeyip kahveyi terk edecektim, hesapta tam 12 çay 9 oralet çıktı ben 1 çaydan başka birşey içmemiştim, o kadar para aşırmama rağmen hesabı ödediğimde cebimde 1.5 lira kalmıştı...

Kahveden çıktım, sitede ellerim cebimde dolaşıyordum, ne olacaktı benim bu kumarım, sadece at yarışı olsa da neyse birde batak çıkmıştı başıma ve bunları düşünürken tamamıyle ciddiydim.

Sonra bizim tayfanın duvara yakın oynadığı görünce onların yanına gittim.Duvara yakın parayla oynanan bir oyun, herkes belli bir duvara belli bir uzaklıktan elindeki bozuk parayı fırlatıyor duvara en yakın olan tüm paraları alıyor, olay budur.

Oyuna katıldım hemen onlar 100binle oynuyorlardu onu hemen 500bine çıkardım oynamak istemeyen olunca:

-Ne oğlum bebe misiniz? Bugün zaten sinirlerim bozuk, altılıda yattı, bir de koca hesap kaldı bana, erkek olun oğlum biraz hadi 500binine, dedim.

Tabi ben böyle gazlayınca hepsi girdi oyuna, ilk başlarda iyi başladım bir kaç el üttüm, ama oyun bittiğinde cebimde kuruş yoktu...

Ne yapmıştım ben böyle, nasıl da böyle kumarbaz olabilmiştim.Sinirden ne yapacağımı şaşırmış şekilde eve geldim ve direk odama girdim.

Çalışma masama oturdum, dirseklerimi masanın üstüne koydum ve iki elim yanaklarımda düşünmeye başladım, bu bataktan nasıl kurtulacağım, bu bataktan nasıl kurtulacağım...Eminim yarın da tüm paraları kumara yatırcam, ne olacağım ben ne olacağım...
-Yeterli herhalde, dedim,

Ve sonra zaten masanın üstünde hazır olan, kalemi çektim önüme, aldım elime kalem ve yazmaya çalıştım.

2 saat boyunca kalem ağzımda düşündükten sonra yazamayacağımı anladım, bir kere bile kazanamamış bir adam nasıl yazar olabilirdi ki!

Dostoyevski gibi bir romancı olamayacak oluşum beni büyük bir depresyona sokmuştu ve çıkmam uzun bir süremi aldı.
Babamın cebinden aşırıp bir kere olsun kazanmak uğruna çok kaybedip fazlasıyla içeri girdikten sonra, doğmamış çocuğum üzerine yemin edip, 3 kulu 1 elham okuyup kumarı bıraktım ve Dostoyevski'ye ana bacı sövdüm, ne yani başka yazar mı yoktu?

Şubat 15, 2010

Jack London, Che, Balık ve Kamil Abi

O zamanlar 14-15 yaşında filandım...Sözde devrimci, sözde kitap-gaste okuru özde gerizekalıydım...Her kitabı okumaya çalışıyor hiçbirini bitirmiyor ve eksiksiz hiçbirinden bir bok anlamıyordum...Ve tabi büyük solculardandım.Ama nedense elime aldığım hiçbir kitabı bitirmememe rağmen hepsini okuduğuma inandırabiliyordum kendimi, ama asıl yaptığım internetten özetleri ve yazarları okumaktan öte değildi...Ama o kadar inanıyordum ki kitabı okuduğumda mesela benim gibi devrimci takılan arkadaşlarımla tartışmaya girdiğim zaman hemen:

-Abi hiçbir şey bilmiyorsunuz sizinle tartışamam! kapitali okudun mu? yok, che okudun mu? yok, o zaman boşa konuşuyorsun! diyordum yüksek ve otoriter bir sesle...

-Sanki sen okudun ya hepsini diye cevap geliyordu gecikmeden, fakat ben hazırlıklıydım:

-Kapital 4000 sayfa zaten oku oku bitmez ama ben okuyorum hepsini, başka yazarların eleştirilerini okuyorum, diyalektik yapıyoruz oğlum tabi biliyorum öyle basit değil, che mesela o kadar kolay değil okumak, che doktor mesela!

-Biliyorum doktor olduğunu...

-Evet abi o kadar kolay değil, okuyacaksın, marksizm bilmeden lenin okumadan olmaz bu işler, fidelin hayatını okuman lazım.

-Doğru okumak lazım tabi.

Evet sürekli bu ve buna benzer diyaloglar oluyordu ve sonunda kazanan ben oluyordum ama dediklerimin hiçbirini bende bilmiyordum ve de okumamıştım ama bildiğime, okuduğuma o kadar çok inanmıştım ki, öyle bir gerizekalıydım işte...

Bu dönemde bir dostoyevski romanı alıyordum elime ilk 20 sayfayı okuyordum sonra başka bir jack london kitabı bulunca bırakıyordum onu başlıyordum öbürünü okumaya sonra onuda yarım bırakıyordum ve internetten kitapları ve yazarları inceliyordum.Ve sürkeli yazar olmaya özeniyordum...

Ve anlatacağım hikayeye buradan geliyorum, Jack London'un hayatı beni çok etkilemişti, daha 13 yaşında balıkçı teknesinde açılıyordu, geziyordu, çalışıyordu ve bu sayede kocaman romancı olmuş diyordum, e o zaman benim de birşeyler yapmam lazımdı.

O yıllarda denizin dibinde bir sitede oturuyorduk ve çocukluğumdan beri hem kargıyla hem sallamayla balık tutmaya giderdik sitedekilerle, ama bu öyle birşey değildi ki adam tekneyle açılıyordu, kargıyla aynı olur muydu hiç!Yazar olmak istiyorsam, yapmalıydım hepsini...

Site denizin dibinde olduğu için hergün balığa giden abiler olurdu, ben de aldım sallama tahtamı gittim abilerin yanına beni de götürsünler deye, anneme de söylemiyordum izin vermez deye...

-Abi ya ben de açılayım mı sizinle, ben biliyorum balık tutmayı hem oltam da var -oltayı kaldırıp gösterdim-, yem de getirdim -bakkaldan 1 somun ekmek almıştım poşeti gösterdim-, dedim zaten tanıyordum abileride onlar ne zaman tekneyle dönse tuttukları balığa bakardım bir de tekneyi itmeye yardım ederdim...

Abilerden biri geldi ekmekten bir parça kopardı:
-Ekmekle tutulmaz, dedi, karides lazım.
-Nerden bulacam karidesi?
-Alacan oğlum.
-Sizde varsa ya fazla ben gelsem sizinle?
-Hem bu olta da olmaz diplik lazım.
-Diblik mi?,
-Diblik değil diplik lazım, dedi sonra ekmekten bir parça daha kopardı, ben şansımı denemeye devam ediyordum.
-Abi sizde varsa ya fazla olta bana verirsiniz ben size alırım yarın karides de oltada ha abicim?

Poşeti elimden alıp ekmeği bölmeden ısırmaya başladı:
-Ne diyon Kamil gelsin mi, dedi teknenin çapasını düğümleyen arkadaşına.
-Başımıza iş açmasın?
-Yok ya abi ben zaten çocukluktan beri tutuyorum balık, biliyorum yani, tekneyle de açıldım bizim arkaaşlarlan, dedim hevesli hevesli.
-Annen kızmasın sonra bize?
-O niye kızıyorki, bana ne karışsın o, ben biliyorum hem balık tutmayı abi.
-İyi gelsin hem öğrenmmiş olur.
-Heyyyt bee, sağol abi dedim hemen teknenin içine oturdum.
-Napıyon oğlum kalk, daha denize itecez bunu.
-Biliyorum ya bir baktım yerime diye tamam itelim hadi, dedim güya bozuntuya vermiyordum.

Tekneyi iterken acayip kıçımı yırtıyordum gözlerine girebilmek için ama bana ihtiyaçları olmadıkları zaten belliydi, denizin dibine gelince beni tekneye oturtup onlar soktu suya, 2 dakikada açıldık hemen.

Tekne açıldıkça ben bir seviniyordum, bir gülüyordum sanki Yazar olma maceram başlamışta ilk kitabımı bitirmeme az kalmış gibi mutluydum.Sonra bunlar yeterince açılınca çapa atıp, oltaları bırakmaya filan başladılar benim bir midem bulanmaya başladı, ama bozuntuya vermeden bende karides takıp oltayı attım denize, ama kustum kusacam.
-Lan madem deniz tutuyor niye geldin! dedi hemen Kamil abi.
-Yok ya ne tutması, bişeyim yok.
-Olursa da karışmam bekleyeceksin.
-Beklerim ya iyiyim ben. dedim.

5 dakika daha geçti ben kustum denize, Kamil abi bir tokat attı yüzüme:
-Tamam abi ya iyiyim ben, çok yemek yemiştim ondan oldu, dedim.
-sus amına koduğum, kus kusarsan banane, bekliceksin oğlum.

Sonra bir yarım saat içinde 3 kere daha kustum ben, oltayı zaten bırakmıştım balık malık umrumda değildi ama bayılacak gibiydim birde arada sırada kamil abi tokatlıyordu...
Onlar arada balık çekince seviniyordum, 'ooo abi iyi çektin haa...' gibi terimler kullanıyordum, 'allahalla çupraya bak be!!' filan diyordum ama siklerinde değildim benden gıcık kapmışlardı.

bir yarım saat daha geçti ben ara ara kusmaya ve Kamil abiden dayak yemeye devam ettiğim sıralarda annemin deniz kenarından bize bağırdığını fark ettik.Kamil abi yüzüme yüzüme vura vura:
-Lan hani annen birşey demezdi, amına koyim lan senin, miss gibi de balık vardı, atim mi lan seni buradan denize ha atim mi? dedi bir taraftan da elleriyle beni kavramış sarsıyordu, cidden atacak sandım ağlamaya başladım:

-Atma abicim ya...özür dilerim abicim valla atma ya, lütfen bir daha gelmem annem de izin vermişti yemin ediyorum vermişti atma abi ya... diye sayıklıyordum.
-Tamam lan tamam ağlama annen birşey yaptık sanacak dedi Kamil abi bıraktı beni.
-Yok ya abi annem ne sansın ki dedim ben hala ağlıyordum.

Kıyıya kadar yaklaştık annem hemen bağardı:
-Küçük çocuğu ne götürüyorsunuz öyle oğlum, aaa ayıp ama olur mu!
-Yenge annemden izin aldım, dedi biz ne yapalım.
-Küçücük çocuğun sözüne mi inanıyorsunuz yahu koca kazık olmuşsunuz!
-Yaa annee! diye bağırdım ben ağlamamak için zor tutuyordum kendimi, sonra beni attılar tekneden onlar tekrar açıldı, bende annemin zıttına siteye doğru koşmaya başladım, annemde arkamdan:
-Allah belanı vermesin, eşşekk seni, almam vallaha almam böyle gelirsen eve, temizlen gel iyice sokak çocuğu oldun, pis, eşşek herif! diye bağırıyordu...

Ama ben dersimi almıştım Jack London gibi bir yazar olamayacaktım ama birtek o mu yazardı benim daha örnek alacağım niceleri vardı ve Dostoyevski'yi örnek aldığımdan ötürü başıma gelenler, bu olayın ertesinde olmuştur fakat o da başka bir yazının konusu...

Facebook'u 4 Kez Okudum Ama Birşey Anlamadım

Belki 1 aydır bakkal makkal dışında evden dışarı adım atmıyordum.9. günden itibaren bu komik, 16. günden itibaren trajikomik ve 22. günden itibaren trajik bir hal almıştı...

Bunun sebebini, "yaa üff... şimdi kim cıkıcak.", "yaa şimdi giyin filan, sonra o yolu çek, boşverr..." menvalinde yalanlara açıklıyordum kendime, ama durum çok farklıydı ve bunu bir türlü kabullenemiyordum, sürekli farklı farklı sebepler, bahaneler üretiyordum...

Telefonum 1 aydır çalmamıştı ve ben ki telefonu bir kere sesliye almaz iken şimdi hem sesliye hemde titreşime ayarlamıştım ve belki duymam diye 24 saat başında olduğum bilgisayarımın monitörünün önüne koymuştum; belki duymayabilirdim ama o zaman monitör bozulcak, sesler çıkarcak filan daha rahat duyardım, hem neme lazım arayabilirlerdi kankalarım, ayıp olmasındı onlara, telefon açmamak olur mu?

24 saat bilgisayar başında, daha doğrusu 24 saat facebook'ta dolanıyordum.İlk başlarda ağır bir havam vardı, çevrimdışı olarak takılıyordum, kimsenin profiline bakmıyordum, kimseye arkadaş teklifi yollamıyordum en fazla video izliyor ve belki yeni paylaşılan fotoğraflara bakıyorum ama yorum filan yazmıyordum, hele hele o oyunlar, etkinliklerden nefret ediyordum...

Fakat günler geçtikçe daha çok profil gezer oldum ve arada kim online deye bakmaya başlıyordum, bazen telefonum monitörü çızırtılaştırıyordu hemen elime alıp bekliyordum ama telefonun hatları mı ne şey oluyormuş ondan öyle arada oluyormuş öyle, ama bu arada olan hat değişiklikleri beni çok heyecanlandırıyordu ve hemen kesin şu aramıştır diyordum ya da şu da olabilir, ama hayır sadece hat değişiyordu ve telefon çalmıyordu...

Hayranlarınız kim-profilinize kim bakmış gibi etkinliklere gireyim belki komik birşey çıkar, güleriz deye düşünüyordum ama aslında tek umudum akrabalar dışında da profilime bakanları bulabilmekti ama liste 10 kişi olmasına rağmen bazen sadece 4 kişi buluyordum profilimi gezmiş ve hepsiyle soyadımın aynı olması beni daha fazla batağa buluyordu ve tabi bunu da açıklayacak sebeplerim vardı, "e oğlum, kimsenin haberi yok feysbukun varmı yokmu? Az birşeyler ekle, yorum yap bak ne oluyor!" deyor ve kendimi motive etmeye devam ediyordum...

Bir keresinde tam tuvalette işemeye başlarken telefonum çalmaya başladı ve çişim bi türlü bitmek bilmiyordu içimden ya şey arıyorsa diyordum, hemen tuttum pipimi, işememeye çalışa çalışa, kendimi sıka sıka, donuma damlata damlata gittim telefonu tam açarken kapandı.Arkadaşlarımdan biriydi, hemen geri aradım, ve çok rahat cool imajımı hiç bozmadan:
-Naber dostum ya beni aramışsın da lavabodaydım şimdi gördüm?
-Ya heye Vodvil senden birşey isteyecem 20 lira borç verirmisin bana, çok acil lazım da.
-Hııı, hayırdır bir sorun mu var? dedim onu dinliyor ve sorunlarıyla ilgilenmek istiyor gibi gözükmek istiyordum ve cool imajım hala devam ediyordu.
-Ya abi acil lazım şey oldu da verebilir misin ben sizin evin oralardayım?
-Olur tamam çık yukarı vereyim.
-Kanka sen insen be hemen.
-İyi tamam aşşağıda bekle geleyim, dedim ve direk yüzüme kapadı son cümlemden sonra, bir arkadaşımdı belki 2 aydır görüşmüyorduk ama, "bak adamın ilk aradığı kişi benim herhalde, ona da çok ayıp ediyorum ya keşke arada arasam da görüşsek iyi çocuktu hem..." diye sayıklayarak üstüme polarımı ve cüzdanımı alıp inmeye başladım.

Asansördeyken bile "tabi iyi çocuk, adam dara düşünce beni arıyor, ben de onu bir kere aramıyorum kaç zamandır, yazıklar olsun bana..." diye diye devam ediyordum söylenmeye.

Apartmanın kapısın önüne çıkınca göremedim onu şöyle etrafa baktım gene kimse yoktu, sonra birden korna sesi duydum, yolun üzerinde gri bir 206'nın içinden bana el ediyordu arabayı o kullanıyordu, yüzüm güleç gittim arabanın yanına, o direk:

-Çok sağol kanka ya çok lazımdı, deyince ben direk parayı çıkardım verdim.Arabanın içinde 5 kişilerdi hepside arkadaşlarımdı benim, hepsine selam verdim, onlarda bana verdi en son borç verdiğim çocuk:
-Arada görüşek kanka çok sağol ya hadi eyvallah dedi ve bastı gittiler.

Yavaş yavaş yürüdüm apartmana doğru, ben niye aramıyordum bu çocukları hepsi ne güzel karşıladı beni diyordum ayıp ediyorum çok ayıp, gelmeyeceğimi bildikleri için davet etmediler hem çok kalabalıklardı zaten, iyi çocuklar ya tanımıyor muyum sanki...

Evimde ve facebook'ta takılmaya devam ediyordum artık sürekli online gösteriyordum kendimi ve sürekli profil geziyordum ki profilime kim bakmış gibi listelerde gözükeyim diye hem komik olur diyordum ama ilk 3 e girmeyeyim yanlış anlaşılır sadece listeye girsem yeterdi hem güleriz diyordum...

Ayrıca yorum yapmaya da başlamıştım fotoların altına kızlara, "çok güzel çıkmışsın canım :))))))", erkeklere, "güzel foto kanka .d.d" şeklinde yorumlar yazıyordum, gördüğüm herkesi arkadaş olarak eklemeye başlamıştım ve çoğu hayranlarda 1. çıkıyordum artık ve, "aa bu nasıl oldu bi yanlışlık var herhalde :D:D : )) :D " şeklinde yorumlar döşüyordum listelerin altına...

Ama değişen birşey olmuyordu hala evde takılmaya devam ediyordum sonra aklıma fotolarımın eski olduğu geldi ve bende hemen duşa girdim, güzelce temizlendim annemle kıyafetlerimi ütülemesi için kavga ettim ama ütülettim, saçlarımı pressledim ve tarz bir şekilde annemlerin yatak odasındaki aynada yeni fotoğraflar çekildim, kız kardeşimin telefonu yeni ve fiyaka olduğu için bütün fotoğraflarda telefonu göstermeye dikkat ettim ve bütün fotoğrafları Facebook'a ekledim anında ve beklemeye başladım.

1 gün geçmesine rağmen kimse yorum yapmayınca, "e dün öğle satlerinde koydum kimse yoktu, sonrada başkalarının paylaşımları arasında arada kaynadı gitti." diye kendimi teselli ettim fakat ben böyle kendimi kandırdığım sırada bir kız bir fotoğrafımı beğenmişti, kızla fazla muhabbetim yoktu ama tanıyordum eskiden aynı sınıftaydık ve benim de çok beğendiğim fotomu beğenmişti.

Baktım face'de onlinedı hemen, "slm :))" yazdım, sonra o da cevap verdi.Ben, o cevap verir vermez cevap yazıyordum, daha doğrusu benim gözüm hep o küçük kutucuktaydı, ama o belki 5 dk geç yazıyordu ama ben farkında bile değildim o anda telefonum çaldı, arayan eski bir arkadaşım X'ti , pek şaşırmadım aranmama:
-Naptın Vodvil ya yüzünü gören cennetlik, nerdesin oğlum?
-Ya evdeyim pek çıkmıyorum bu ara, dedim cool olabildiğince cooldum.
-Bak şimdi biz 5 kişiyiz sinemaya gircez gel sende hemn 2 kişi 1 bilet fiyatı ya gel sende, hem cart curtta burada görüşemiyoruz oğlum kalk gel hadi hemen. diyordu içten davet ettiği sesinde belliydi ama ben şu an belki bana aşık olan ve benimde aşık olacağım kızla konuşuyordum:
-Gelemem ya belki sonra ben sizi ararım diye kestirip attım o da biraz daha ısrar ettikten sonra kapattı telefonu.

- Eee napıyorsun bakimm, bu kadar geç cevap atıyorsun? : ))) , yazdım ben bana aşık olan kıza ve yine 5 dk beni beklettikten sonra,
-Neyse ben çıkıyorum, dedi ve çıktı ne bir smiley ne bir sonra görüşürüz ne de bir kendine iyi bak demişti, direk çıkmıştı...

Ne yapacağımı şaşırmıştım, elim telefona gitti, "arasam mı lan onları hem bayadır sinemaya da gitmiyorum..." deyordum ve bununla beraber birden ossurdum ve tuvalete girmem gerektiğini anladım, "kulaklığıda alayım hem Uykusuz'da var, ne yapcan sinemada hem giyin bilmem ne, o kadar yol, üfff!" dedim ve bir elimde müzik çalar diğer elimde Uykusuz tuvalete doğru yürümeye başladım...

İçimden, "ama X'te iyi çocuk, onu pek boşlamiyim bu ara, yarın bir arayayım onları..." diyordum ve aklıma borç verdiğim 20 lira geldi, neyse dedim çocuğun parası yok herhalde utanıyor beni aramaya, iyi çocuk ya o da...

Şubat 12, 2010

Tekelcisi, Otçusu ve Sarışınıyla Bir Kaybediş Öyküsü

Yırtık ve kirli polarım üstümdeydi, kolezondan 5 liraya aldığım eşortmanımıda ipten yeni almıştım, ceplerimde yeterli peçete stoku mevcuttu ve sol elimde Cahit Arf'ın formullerinin karalandığı ve hiçbir harfini anlamadığım kağıt vardı, hazırdım artık tekele gidebilirdim.

Burnumun içi yara dolu olduğu için evin içinde akan sıvıları silmek yerine 2 deliği de peçeteyle tıkamak kolayıma geliyordu ama tekelci abiden ziyade anacaddede oturuyor oluşumdan dolayı her bakkala gidişimde 2581736 insanla karşılaşmak zorunda kalıyordum ve tanıdıklar dayak yediğimi sanıp o caddeyi kan ırmağına(gölden daha uygun cadde sonuçta) çevirebilirlerdi, öyle psikopat arkam var benim işte biri bi laf etsin anasını sikeriz anında, neyse...

Tekel'e giderken burnumdan çıkanlar çoğaldı -evden çıkınca hep oluyor ya durduk yere burun akıyor, sıcak-soğuk değişimi diye duymuştum- ve peçete stokunu iyi ayarlayamadığım için biten peçete sonucunda polarımın sağ kolundan destek talep ettim sağ olsun polarda kurumuş olan sümüklerin üzerine gelen yeni sıvıları çok iyi ağırladı.

Tekelciden tek tek istediklerimi söylüyordum fekat alacağım birşeyi unuttum ve tekelci bana ben de düşünerek boş boş etrafa bakmaya başladım, bu normal birşey aslında ama burnum durmadan akıyordu ve peçeteleri salak gibi har vurup harman savurduğum için elimden birşey gelmiyordu, onun önünde burnumu daha hiç kullanmadığım sol koluma silmek istemiyordum ve saçmalıkki hergün birkaç müşterisi olan tükkanda benden başkası yoktu ve tekelcinin gözü üzerimdeydi, ahh bir an kafasını çevirse bende akan burnumu koluma yapıştırıp öyle bir silsem zira burnumu saniyede 22 kere çektiğim için kendimden tiskiniyor ve tekelcinin bakışları altında git gide daha fazla eziliyordum...

Kendimi okulda ya da başka bir yerde yapılan sınavlarda o sessizliği bozan, durmadan burnunu çeken, herkesin o an için nefret ettiği öğrenci gibi hissediyordum.

Ahh bir peçete bir peçete için neler vermezdim deye içimden geçirirken aklıma tekelde olduğum zonk etti ve ulan salak tekeldesin alsana bir selpak ne duruyorsun diye içimden haykırdım ve suratımı yayılan ebleh gülümsemeyle sağ elim burnumun oralarda ve baş parmağım durmadan burnumu tahriş ederken 'selpak alabilirmiyim?' dedim.

Adam hemen elinin altında olan selpaklardan bir paket verdi ve bende aceleyle selpağı açtım ve içinden bir mendil alıp tam burnuma götürüyordum ki burnumdan bir damlanın aşşağı düştüğünü fark ettim...Yıkıldığım andı, rezil olmuştum, bitmiştim, bir burna sahip olmamıştım lakin o anda adamın 37 ekrandaki televizyonun sesini açarken buldum, sevinmeye vakit bulamadan kendimi televizyondaki haberi izler buldum...

Haberde Aşk-ı Memnu dizisinin aile bilmemnesi uymadığı için tekrar uyarıldığı ve cezalandırıldığı geçiyordu.Ve haberin başlığını görünce daha doğrusu bu haberin tekelciyi neden bu kadar ilgilendirdiğine anlam vermeye çabalıkça daha beter batıyordum.Haberin başlığı şuydu:

Adnan bu yapılanları hak etmiyor!

RTÜK'ten Bihter ile Behlül'ün yasak aşklarına bir darbe daha...

Sümük faciasından kurtulmuştum elimde eve yetecek kadar mendilim vardı ve ne alacağım da aklıma gelmişti, soda.Sodalarıda alıp tekelden çıktım.

Artık daha dikkatliydim ne olur ne olmaz deye mendilin her tarafını kullanıyordum.Önce katlanmış peçeteyi iyice açıyor ve yavaş yavaş sile sile katlıyordum bütün katlamalar bittikten sonra da aralarda ıslanmamış yer bulup oralara siliyordum burnumu, tam ben paketten başka bir mendil çıkarırken birisi koluma girdi ve garip bir Türkçeyle:

-İyi akşamlar abi, dedi.
-İyi akşamlar deye cevap verdikten sonra dönüp baktım kim deye, tanımıyordum, kan çanağı olmuş ve kapanmak üzeri olan gözler tüm vücudumda geziniyordu, esmer ten ve façalı yüz(scarface) hemen kendini gösteriyordu, boyu benim kadardı, fakat çok zayıftı, lakin avuç içleri ve parmakları kocamandı, üzerinde ceket vardı; en üste kadar fermuarı çekilmiş, boynundan poşusu gözüküyordu ve kirlenmekten siyahlaşmış mavi bir kotu vardı, ayakkabıları siyahtı o kadar, ve evet o bir serseriydi, keşti, kafası güzeldi ve öne sürdüğü makul sebeplerden ötürü benden yani abisinden para istiyordu:

-Abim ben hapisten yeni çıktım biliyon mu, orospu çocuğunun teki anama sövdü kulağındaki küpesini tutup kopardım biliyon mu, 4 yıldır içerdeydim bugün çıktım abim biliyon mu ben şizofrenim doktor reçetem var, ben manyağım abim, bana para lazım biliyon mu ilaçlarımı almadım mı deliriyorum ben biliyon mu? diyordu çok sakin bir sesle...

Söylediklerini dinlerken, 'evet, hıı, doğrudur...' kelimelerini ona söylüyor ve benden birkaç yaş büyük olmasına rağmen abi şefkatini sonuna kadar gösteriyordum ve şükürler olsun ki cahit arfın formulleri olan kağıdı sonuna kadar harcamıştım yani ona verecek şefkatten başka birşeyimde yoktu.

- Geçmiş olsun...
- Sağ ol abim, benim ilaçlarımı almam lazım acil biliyon mu varsa sende bi beşlik versen be abi ha.
- Param yokki vereyim, dedim sanki şaşırmış gibi sanki almanyada yaşayan bir türk gibi sarf etmiştim bu cümleyi.
- Hadi be abi bi beşlik abi hastayım bak...
- Param yok, bakkaldan geliyorum bak... -elimdeki poşetlerle tasdik etmek için bakışlarını poşete çekmeye çalışıyordum- Olsa vereyim bende de yok geçmiş olsun tekrar, deyerek sıvışmaya çalışıyordum zira kol kola yürüyerek bizim apartmanın önünde gelmiştik neredeyse.
- Ararsam üstünü ama bak, dedi muzip bir ifadeyle, evet kendisinden hiç beklemediğim o muzip ifadesini mimikleriyle tasdik edebiliyordu demek ki bu işte eski topraklardandı...
- Neremi arayacaksın ara bakalım, dedim hemen param olmadığı için rahattım ayrıca dürüstlüğümden dolayı belki o bana para verir deye düşünüyordum.
- Tamam abi öyle olsun dedi üstümü aramadan ve tokalaşıp hızlıca gitti, anlam veremedim beni nasıl bu kadar çabuk bırakmıştı, üstelik muzip mimiğiyle eski toprak olduğunu da gösteriyordu, peki neden böyle bir amatörlük yapmıştı deye düşünürken, meğersem önümüzde yürüyen başka bir kurban bulmuş ve onun koluna girmişti ivedice...

Normal şartlarda sövgüye yönelik şeyler düşünecekken bu sefer bu serseriyi yaratıcılığından dolayı takdir etmiştim ve en azından şizofreni kelimesini hastalık olarak görüyordu, yeni nesil ergenlerin heves ettiği bir olgudan ziyade.

Bütün bunların haricinde o serseriyle konuştuğum süre boyunca burnumu sürekli sol koluma sildiğimi fark ettim zira apartmanın önüne gelip zili çaldığımda sol elimdeki yeni ve ıslak sıvıları gördüm.Şaşırtıcıydı, belki de beni çok sıcak bulduğu için uğraşmadı benimle ya da benim psikolojim bana böyle davranmamı söyleyerek ona kendimi sevdirmeye çalıştı, kim bilir...

Asansöre binip yukarı çıkarken nasıl olsa direk eve gireceğimden elimdeki mendili ikiye böldüm ve kıvırıp kıvırıp birer birer burnuma tıkadım, rahatlamıştım sonunda, ama nereden bilebilirdim 4. kattaki hastası olduğum sarışın kızın dün onlarda tükendiğinden bizden istedikleri kedi mamasının iadeyi ziyaretini yaptıklarını... Kapıyı açar açmaz karşımda onu görmem, onun önce 'iyi akşamlar' deyip daha sonra yüzüme bakıp şaşırması ve akabindeki gülümsemesi ve asansör kapısının kapanması sonrasında dur durak bilmeyen kahkalar senfonisi...

Eve girerken kız kardeşimle göz teması kurup belki de sempatik görünmüşümdür belki de hoşlaşmıştır belki de belki de diyordum fekat kardeşim gözleriyle beni dövercesine hı hıı belki de diyordu...

Evet yine kaybetmiştim, bu da gol değildi, ne yazık ki...
Ve aklıma Adnan'dan başkası gelmiyordu evet Adnan'da bende bu olanları hak etmiyorduk...