Şubat 17, 2010

Dostoyevski, Sigara Adamlar, Kahvehane ve Kumar

Sol kulağımı kesip resim çizmeye başlasam, dikiş tutturur muyum ki?

Bu dediğimi yıllar önce ben, çok başarılı şekilde denedim, tutmuyor.Bundan bir önceki yazı da nasıl Jack London yanılgısına düştüysem, ertesinde daha da hırslanıp biyografi kurcalamaya devam ettim.

Ve karşıma Dostoyevski çıkıverdi; kumarbazdı, utangaçtı, düzgün bir hayatı yoktu ve bu hayatı sonucu haklı bir ustalık kazanmıştı yazın konusunda...Böyle garip şeyler yapacaksın ki yazar olasın düsturunu benimseyip Dostoyevski olma çalışmalarına başladım.

Öncelikle ben zaten utangaçtım, fakat düzgün bir hayatım vardı, lakin kumara başlarsam düzgün hayatım bozulur ve ben yazar olma konusunda adım adım ilerlemeye başlarım diye düşünüyordum.

Ertesi gün bizim sitenin yanındaki Şahin Kıraathanesi'ne gittim, yaşıtım olmasa da 17-18 yaşlarında olan birçok masa vardı dolu olan, gerisi de 30-128 yaşları arasında değişen deri ceketli, kumaş pantolonlu, kır, kirli sakallı, sigara kokan değil artık birer sigara olan insanlardı.

Gençler genelde iskambil oynuyordu yaş büyüdükçe bu okeye dönüşüyordu ve 3. , 4. bulamayanlar ya da 5., 6. filan olanlar tavla atıyordu.

Kahkahaların, okey taşlarının seslerine karıştığı, her daim çay servisinin olduğu, yancılara sürekli oralet ikramı yapıldığı,sandalyeler dışında köşebaşlarına koltuk döşendiği için ben kahve görüntüsünden ziyade bir komünal toplum etkisi yaratmıştı.

Artık ne kadar süredir oradalarsa ayakkabısını çıkaranlar, ayağını kıçının altına sokanların sayısı bir hayli fazlaydı ve birer sigara olan insanlara ayak kokusu pek etki etmiyordu.

Simitçi beni çok şaşırtmıştı, içeri girer girmez sanki sipariş almış gibi her masaya 5er 10ar simit koyuyordu.

Bir sandalye alıp batak oynayan gençlerin yanına oturdum, selam verdim, kimisi aldı-almadı, oturmaya devam ettim, bir çay istedim ama bir türlü kumarbaz moduna giremiyordum, sonra yan masada tek başına at yarışı oynayan adamı görünce kalktım adamın yanına oturdum.
-Abi ya nasıl oynanıyor bu deyince adam sanki yıllardır ilk defa kendine hitap edildiğine şaşırmış bir mimikle bana bakıp direk beynindeki, kağıttaki, gastedeki, ebesinin ammındaki bütün bildiklerini bana anlatmaya başladı.
-Bak abicim bunları gördün mü bunlar koşan atlar, bunlar da onların jokeyleri, Karataş'ı gördün müydü vereceksin hemen ona, bu işler böyle olur bak burda atların yaşı var, arap atı dayanıklıdır uzun yarışlarda arap atlarına oynayacan, kısa yarışlarıda ingiliz atlarına vercen direk, cartta curtttuu vesaiiree... şeklinde anlattı da anlattı bu sigara adam ama amacımdan sapıyordum ben buraya kumar oynamaya gelmiştim ve o anda aklıma Çaycı Hüseyin geldi o da bir kumarbazdı ve at yarışı oynuyordu:
- Abi senin kupona bende oynayayım ucuzsa, dedim.
adam kabul etti 2 lira istedi, bende verdim sonra kuponu oynamaya gittik sanki iki kanka olmuştuk yanından ayrılmıyordum, kuponu oynayıp kahveye yarışı izlemeye geldik ben hemen 2 çay istedim -düşünün kahveye girer girmez 2 çay diyorum, resmen sigara adam olmuştum.-, çaylar geldi, yarış başladı herkes bağırıyor, 'hadi oğlumm, hadi oğlum, hadi kızım, hadi canımm!' deye ben bir tek filmlerde olur sanıyordum tabi durmadım bende bağırmaya başladım ve fakat ilk yarışta bizimki yattı sigara adam kuponu yırttı, bende sıkılmıştım zaten bu at yarışından, ilk geldiğimde batak oynayan masa 4. arıyordu dedim hemen:
-Abi ben biliyorum, oynarım.
-Hesabına oynuyoruz ama ona göre paran varsa otur.
-Ayıp ediyon dedim, racon bicon da konuşuyordum artık, oturdum 13+1 batak döndürdük, hesabına dediği çaydan, oraletten öte birşey değildi ve bende sabah babamın cebinden yeterince para aşırmıştım zaten ödemezdim iyi bir batakçıydım.

Ama yenildim, daha doğrusu beni araya aldılar ve kumar hayatımda ilk kalleşliği de o masada yemiş oldum, hemen kalktım hesabı ödeyip kahveyi terk edecektim, hesapta tam 12 çay 9 oralet çıktı ben 1 çaydan başka birşey içmemiştim, o kadar para aşırmama rağmen hesabı ödediğimde cebimde 1.5 lira kalmıştı...

Kahveden çıktım, sitede ellerim cebimde dolaşıyordum, ne olacaktı benim bu kumarım, sadece at yarışı olsa da neyse birde batak çıkmıştı başıma ve bunları düşünürken tamamıyle ciddiydim.

Sonra bizim tayfanın duvara yakın oynadığı görünce onların yanına gittim.Duvara yakın parayla oynanan bir oyun, herkes belli bir duvara belli bir uzaklıktan elindeki bozuk parayı fırlatıyor duvara en yakın olan tüm paraları alıyor, olay budur.

Oyuna katıldım hemen onlar 100binle oynuyorlardu onu hemen 500bine çıkardım oynamak istemeyen olunca:

-Ne oğlum bebe misiniz? Bugün zaten sinirlerim bozuk, altılıda yattı, bir de koca hesap kaldı bana, erkek olun oğlum biraz hadi 500binine, dedim.

Tabi ben böyle gazlayınca hepsi girdi oyuna, ilk başlarda iyi başladım bir kaç el üttüm, ama oyun bittiğinde cebimde kuruş yoktu...

Ne yapmıştım ben böyle, nasıl da böyle kumarbaz olabilmiştim.Sinirden ne yapacağımı şaşırmış şekilde eve geldim ve direk odama girdim.

Çalışma masama oturdum, dirseklerimi masanın üstüne koydum ve iki elim yanaklarımda düşünmeye başladım, bu bataktan nasıl kurtulacağım, bu bataktan nasıl kurtulacağım...Eminim yarın da tüm paraları kumara yatırcam, ne olacağım ben ne olacağım...
-Yeterli herhalde, dedim,

Ve sonra zaten masanın üstünde hazır olan, kalemi çektim önüme, aldım elime kalem ve yazmaya çalıştım.

2 saat boyunca kalem ağzımda düşündükten sonra yazamayacağımı anladım, bir kere bile kazanamamış bir adam nasıl yazar olabilirdi ki!

Dostoyevski gibi bir romancı olamayacak oluşum beni büyük bir depresyona sokmuştu ve çıkmam uzun bir süremi aldı.
Babamın cebinden aşırıp bir kere olsun kazanmak uğruna çok kaybedip fazlasıyla içeri girdikten sonra, doğmamış çocuğum üzerine yemin edip, 3 kulu 1 elham okuyup kumarı bıraktım ve Dostoyevski'ye ana bacı sövdüm, ne yani başka yazar mı yoktu?

Şubat 15, 2010

Jack London, Che, Balık ve Kamil Abi

O zamanlar 14-15 yaşında filandım...Sözde devrimci, sözde kitap-gaste okuru özde gerizekalıydım...Her kitabı okumaya çalışıyor hiçbirini bitirmiyor ve eksiksiz hiçbirinden bir bok anlamıyordum...Ve tabi büyük solculardandım.Ama nedense elime aldığım hiçbir kitabı bitirmememe rağmen hepsini okuduğuma inandırabiliyordum kendimi, ama asıl yaptığım internetten özetleri ve yazarları okumaktan öte değildi...Ama o kadar inanıyordum ki kitabı okuduğumda mesela benim gibi devrimci takılan arkadaşlarımla tartışmaya girdiğim zaman hemen:

-Abi hiçbir şey bilmiyorsunuz sizinle tartışamam! kapitali okudun mu? yok, che okudun mu? yok, o zaman boşa konuşuyorsun! diyordum yüksek ve otoriter bir sesle...

-Sanki sen okudun ya hepsini diye cevap geliyordu gecikmeden, fakat ben hazırlıklıydım:

-Kapital 4000 sayfa zaten oku oku bitmez ama ben okuyorum hepsini, başka yazarların eleştirilerini okuyorum, diyalektik yapıyoruz oğlum tabi biliyorum öyle basit değil, che mesela o kadar kolay değil okumak, che doktor mesela!

-Biliyorum doktor olduğunu...

-Evet abi o kadar kolay değil, okuyacaksın, marksizm bilmeden lenin okumadan olmaz bu işler, fidelin hayatını okuman lazım.

-Doğru okumak lazım tabi.

Evet sürekli bu ve buna benzer diyaloglar oluyordu ve sonunda kazanan ben oluyordum ama dediklerimin hiçbirini bende bilmiyordum ve de okumamıştım ama bildiğime, okuduğuma o kadar çok inanmıştım ki, öyle bir gerizekalıydım işte...

Bu dönemde bir dostoyevski romanı alıyordum elime ilk 20 sayfayı okuyordum sonra başka bir jack london kitabı bulunca bırakıyordum onu başlıyordum öbürünü okumaya sonra onuda yarım bırakıyordum ve internetten kitapları ve yazarları inceliyordum.Ve sürkeli yazar olmaya özeniyordum...

Ve anlatacağım hikayeye buradan geliyorum, Jack London'un hayatı beni çok etkilemişti, daha 13 yaşında balıkçı teknesinde açılıyordu, geziyordu, çalışıyordu ve bu sayede kocaman romancı olmuş diyordum, e o zaman benim de birşeyler yapmam lazımdı.

O yıllarda denizin dibinde bir sitede oturuyorduk ve çocukluğumdan beri hem kargıyla hem sallamayla balık tutmaya giderdik sitedekilerle, ama bu öyle birşey değildi ki adam tekneyle açılıyordu, kargıyla aynı olur muydu hiç!Yazar olmak istiyorsam, yapmalıydım hepsini...

Site denizin dibinde olduğu için hergün balığa giden abiler olurdu, ben de aldım sallama tahtamı gittim abilerin yanına beni de götürsünler deye, anneme de söylemiyordum izin vermez deye...

-Abi ya ben de açılayım mı sizinle, ben biliyorum balık tutmayı hem oltam da var -oltayı kaldırıp gösterdim-, yem de getirdim -bakkaldan 1 somun ekmek almıştım poşeti gösterdim-, dedim zaten tanıyordum abileride onlar ne zaman tekneyle dönse tuttukları balığa bakardım bir de tekneyi itmeye yardım ederdim...

Abilerden biri geldi ekmekten bir parça kopardı:
-Ekmekle tutulmaz, dedi, karides lazım.
-Nerden bulacam karidesi?
-Alacan oğlum.
-Sizde varsa ya fazla ben gelsem sizinle?
-Hem bu olta da olmaz diplik lazım.
-Diblik mi?,
-Diblik değil diplik lazım, dedi sonra ekmekten bir parça daha kopardı, ben şansımı denemeye devam ediyordum.
-Abi sizde varsa ya fazla olta bana verirsiniz ben size alırım yarın karides de oltada ha abicim?

Poşeti elimden alıp ekmeği bölmeden ısırmaya başladı:
-Ne diyon Kamil gelsin mi, dedi teknenin çapasını düğümleyen arkadaşına.
-Başımıza iş açmasın?
-Yok ya abi ben zaten çocukluktan beri tutuyorum balık, biliyorum yani, tekneyle de açıldım bizim arkaaşlarlan, dedim hevesli hevesli.
-Annen kızmasın sonra bize?
-O niye kızıyorki, bana ne karışsın o, ben biliyorum hem balık tutmayı abi.
-İyi gelsin hem öğrenmmiş olur.
-Heyyyt bee, sağol abi dedim hemen teknenin içine oturdum.
-Napıyon oğlum kalk, daha denize itecez bunu.
-Biliyorum ya bir baktım yerime diye tamam itelim hadi, dedim güya bozuntuya vermiyordum.

Tekneyi iterken acayip kıçımı yırtıyordum gözlerine girebilmek için ama bana ihtiyaçları olmadıkları zaten belliydi, denizin dibine gelince beni tekneye oturtup onlar soktu suya, 2 dakikada açıldık hemen.

Tekne açıldıkça ben bir seviniyordum, bir gülüyordum sanki Yazar olma maceram başlamışta ilk kitabımı bitirmeme az kalmış gibi mutluydum.Sonra bunlar yeterince açılınca çapa atıp, oltaları bırakmaya filan başladılar benim bir midem bulanmaya başladı, ama bozuntuya vermeden bende karides takıp oltayı attım denize, ama kustum kusacam.
-Lan madem deniz tutuyor niye geldin! dedi hemen Kamil abi.
-Yok ya ne tutması, bişeyim yok.
-Olursa da karışmam bekleyeceksin.
-Beklerim ya iyiyim ben. dedim.

5 dakika daha geçti ben kustum denize, Kamil abi bir tokat attı yüzüme:
-Tamam abi ya iyiyim ben, çok yemek yemiştim ondan oldu, dedim.
-sus amına koduğum, kus kusarsan banane, bekliceksin oğlum.

Sonra bir yarım saat içinde 3 kere daha kustum ben, oltayı zaten bırakmıştım balık malık umrumda değildi ama bayılacak gibiydim birde arada sırada kamil abi tokatlıyordu...
Onlar arada balık çekince seviniyordum, 'ooo abi iyi çektin haa...' gibi terimler kullanıyordum, 'allahalla çupraya bak be!!' filan diyordum ama siklerinde değildim benden gıcık kapmışlardı.

bir yarım saat daha geçti ben ara ara kusmaya ve Kamil abiden dayak yemeye devam ettiğim sıralarda annemin deniz kenarından bize bağırdığını fark ettik.Kamil abi yüzüme yüzüme vura vura:
-Lan hani annen birşey demezdi, amına koyim lan senin, miss gibi de balık vardı, atim mi lan seni buradan denize ha atim mi? dedi bir taraftan da elleriyle beni kavramış sarsıyordu, cidden atacak sandım ağlamaya başladım:

-Atma abicim ya...özür dilerim abicim valla atma ya, lütfen bir daha gelmem annem de izin vermişti yemin ediyorum vermişti atma abi ya... diye sayıklıyordum.
-Tamam lan tamam ağlama annen birşey yaptık sanacak dedi Kamil abi bıraktı beni.
-Yok ya abi annem ne sansın ki dedim ben hala ağlıyordum.

Kıyıya kadar yaklaştık annem hemen bağardı:
-Küçük çocuğu ne götürüyorsunuz öyle oğlum, aaa ayıp ama olur mu!
-Yenge annemden izin aldım, dedi biz ne yapalım.
-Küçücük çocuğun sözüne mi inanıyorsunuz yahu koca kazık olmuşsunuz!
-Yaa annee! diye bağırdım ben ağlamamak için zor tutuyordum kendimi, sonra beni attılar tekneden onlar tekrar açıldı, bende annemin zıttına siteye doğru koşmaya başladım, annemde arkamdan:
-Allah belanı vermesin, eşşekk seni, almam vallaha almam böyle gelirsen eve, temizlen gel iyice sokak çocuğu oldun, pis, eşşek herif! diye bağırıyordu...

Ama ben dersimi almıştım Jack London gibi bir yazar olamayacaktım ama birtek o mu yazardı benim daha örnek alacağım niceleri vardı ve Dostoyevski'yi örnek aldığımdan ötürü başıma gelenler, bu olayın ertesinde olmuştur fakat o da başka bir yazının konusu...

Facebook'u 4 Kez Okudum Ama Birşey Anlamadım

Belki 1 aydır bakkal makkal dışında evden dışarı adım atmıyordum.9. günden itibaren bu komik, 16. günden itibaren trajikomik ve 22. günden itibaren trajik bir hal almıştı...

Bunun sebebini, "yaa üff... şimdi kim cıkıcak.", "yaa şimdi giyin filan, sonra o yolu çek, boşverr..." menvalinde yalanlara açıklıyordum kendime, ama durum çok farklıydı ve bunu bir türlü kabullenemiyordum, sürekli farklı farklı sebepler, bahaneler üretiyordum...

Telefonum 1 aydır çalmamıştı ve ben ki telefonu bir kere sesliye almaz iken şimdi hem sesliye hemde titreşime ayarlamıştım ve belki duymam diye 24 saat başında olduğum bilgisayarımın monitörünün önüne koymuştum; belki duymayabilirdim ama o zaman monitör bozulcak, sesler çıkarcak filan daha rahat duyardım, hem neme lazım arayabilirlerdi kankalarım, ayıp olmasındı onlara, telefon açmamak olur mu?

24 saat bilgisayar başında, daha doğrusu 24 saat facebook'ta dolanıyordum.İlk başlarda ağır bir havam vardı, çevrimdışı olarak takılıyordum, kimsenin profiline bakmıyordum, kimseye arkadaş teklifi yollamıyordum en fazla video izliyor ve belki yeni paylaşılan fotoğraflara bakıyorum ama yorum filan yazmıyordum, hele hele o oyunlar, etkinliklerden nefret ediyordum...

Fakat günler geçtikçe daha çok profil gezer oldum ve arada kim online deye bakmaya başlıyordum, bazen telefonum monitörü çızırtılaştırıyordu hemen elime alıp bekliyordum ama telefonun hatları mı ne şey oluyormuş ondan öyle arada oluyormuş öyle, ama bu arada olan hat değişiklikleri beni çok heyecanlandırıyordu ve hemen kesin şu aramıştır diyordum ya da şu da olabilir, ama hayır sadece hat değişiyordu ve telefon çalmıyordu...

Hayranlarınız kim-profilinize kim bakmış gibi etkinliklere gireyim belki komik birşey çıkar, güleriz deye düşünüyordum ama aslında tek umudum akrabalar dışında da profilime bakanları bulabilmekti ama liste 10 kişi olmasına rağmen bazen sadece 4 kişi buluyordum profilimi gezmiş ve hepsiyle soyadımın aynı olması beni daha fazla batağa buluyordu ve tabi bunu da açıklayacak sebeplerim vardı, "e oğlum, kimsenin haberi yok feysbukun varmı yokmu? Az birşeyler ekle, yorum yap bak ne oluyor!" deyor ve kendimi motive etmeye devam ediyordum...

Bir keresinde tam tuvalette işemeye başlarken telefonum çalmaya başladı ve çişim bi türlü bitmek bilmiyordu içimden ya şey arıyorsa diyordum, hemen tuttum pipimi, işememeye çalışa çalışa, kendimi sıka sıka, donuma damlata damlata gittim telefonu tam açarken kapandı.Arkadaşlarımdan biriydi, hemen geri aradım, ve çok rahat cool imajımı hiç bozmadan:
-Naber dostum ya beni aramışsın da lavabodaydım şimdi gördüm?
-Ya heye Vodvil senden birşey isteyecem 20 lira borç verirmisin bana, çok acil lazım da.
-Hııı, hayırdır bir sorun mu var? dedim onu dinliyor ve sorunlarıyla ilgilenmek istiyor gibi gözükmek istiyordum ve cool imajım hala devam ediyordu.
-Ya abi acil lazım şey oldu da verebilir misin ben sizin evin oralardayım?
-Olur tamam çık yukarı vereyim.
-Kanka sen insen be hemen.
-İyi tamam aşşağıda bekle geleyim, dedim ve direk yüzüme kapadı son cümlemden sonra, bir arkadaşımdı belki 2 aydır görüşmüyorduk ama, "bak adamın ilk aradığı kişi benim herhalde, ona da çok ayıp ediyorum ya keşke arada arasam da görüşsek iyi çocuktu hem..." diye sayıklayarak üstüme polarımı ve cüzdanımı alıp inmeye başladım.

Asansördeyken bile "tabi iyi çocuk, adam dara düşünce beni arıyor, ben de onu bir kere aramıyorum kaç zamandır, yazıklar olsun bana..." diye diye devam ediyordum söylenmeye.

Apartmanın kapısın önüne çıkınca göremedim onu şöyle etrafa baktım gene kimse yoktu, sonra birden korna sesi duydum, yolun üzerinde gri bir 206'nın içinden bana el ediyordu arabayı o kullanıyordu, yüzüm güleç gittim arabanın yanına, o direk:

-Çok sağol kanka ya çok lazımdı, deyince ben direk parayı çıkardım verdim.Arabanın içinde 5 kişilerdi hepside arkadaşlarımdı benim, hepsine selam verdim, onlarda bana verdi en son borç verdiğim çocuk:
-Arada görüşek kanka çok sağol ya hadi eyvallah dedi ve bastı gittiler.

Yavaş yavaş yürüdüm apartmana doğru, ben niye aramıyordum bu çocukları hepsi ne güzel karşıladı beni diyordum ayıp ediyorum çok ayıp, gelmeyeceğimi bildikleri için davet etmediler hem çok kalabalıklardı zaten, iyi çocuklar ya tanımıyor muyum sanki...

Evimde ve facebook'ta takılmaya devam ediyordum artık sürekli online gösteriyordum kendimi ve sürekli profil geziyordum ki profilime kim bakmış gibi listelerde gözükeyim diye hem komik olur diyordum ama ilk 3 e girmeyeyim yanlış anlaşılır sadece listeye girsem yeterdi hem güleriz diyordum...

Ayrıca yorum yapmaya da başlamıştım fotoların altına kızlara, "çok güzel çıkmışsın canım :))))))", erkeklere, "güzel foto kanka .d.d" şeklinde yorumlar yazıyordum, gördüğüm herkesi arkadaş olarak eklemeye başlamıştım ve çoğu hayranlarda 1. çıkıyordum artık ve, "aa bu nasıl oldu bi yanlışlık var herhalde :D:D : )) :D " şeklinde yorumlar döşüyordum listelerin altına...

Ama değişen birşey olmuyordu hala evde takılmaya devam ediyordum sonra aklıma fotolarımın eski olduğu geldi ve bende hemen duşa girdim, güzelce temizlendim annemle kıyafetlerimi ütülemesi için kavga ettim ama ütülettim, saçlarımı pressledim ve tarz bir şekilde annemlerin yatak odasındaki aynada yeni fotoğraflar çekildim, kız kardeşimin telefonu yeni ve fiyaka olduğu için bütün fotoğraflarda telefonu göstermeye dikkat ettim ve bütün fotoğrafları Facebook'a ekledim anında ve beklemeye başladım.

1 gün geçmesine rağmen kimse yorum yapmayınca, "e dün öğle satlerinde koydum kimse yoktu, sonrada başkalarının paylaşımları arasında arada kaynadı gitti." diye kendimi teselli ettim fakat ben böyle kendimi kandırdığım sırada bir kız bir fotoğrafımı beğenmişti, kızla fazla muhabbetim yoktu ama tanıyordum eskiden aynı sınıftaydık ve benim de çok beğendiğim fotomu beğenmişti.

Baktım face'de onlinedı hemen, "slm :))" yazdım, sonra o da cevap verdi.Ben, o cevap verir vermez cevap yazıyordum, daha doğrusu benim gözüm hep o küçük kutucuktaydı, ama o belki 5 dk geç yazıyordu ama ben farkında bile değildim o anda telefonum çaldı, arayan eski bir arkadaşım X'ti , pek şaşırmadım aranmama:
-Naptın Vodvil ya yüzünü gören cennetlik, nerdesin oğlum?
-Ya evdeyim pek çıkmıyorum bu ara, dedim cool olabildiğince cooldum.
-Bak şimdi biz 5 kişiyiz sinemaya gircez gel sende hemn 2 kişi 1 bilet fiyatı ya gel sende, hem cart curtta burada görüşemiyoruz oğlum kalk gel hadi hemen. diyordu içten davet ettiği sesinde belliydi ama ben şu an belki bana aşık olan ve benimde aşık olacağım kızla konuşuyordum:
-Gelemem ya belki sonra ben sizi ararım diye kestirip attım o da biraz daha ısrar ettikten sonra kapattı telefonu.

- Eee napıyorsun bakimm, bu kadar geç cevap atıyorsun? : ))) , yazdım ben bana aşık olan kıza ve yine 5 dk beni beklettikten sonra,
-Neyse ben çıkıyorum, dedi ve çıktı ne bir smiley ne bir sonra görüşürüz ne de bir kendine iyi bak demişti, direk çıkmıştı...

Ne yapacağımı şaşırmıştım, elim telefona gitti, "arasam mı lan onları hem bayadır sinemaya da gitmiyorum..." deyordum ve bununla beraber birden ossurdum ve tuvalete girmem gerektiğini anladım, "kulaklığıda alayım hem Uykusuz'da var, ne yapcan sinemada hem giyin bilmem ne, o kadar yol, üfff!" dedim ve bir elimde müzik çalar diğer elimde Uykusuz tuvalete doğru yürümeye başladım...

İçimden, "ama X'te iyi çocuk, onu pek boşlamiyim bu ara, yarın bir arayayım onları..." diyordum ve aklıma borç verdiğim 20 lira geldi, neyse dedim çocuğun parası yok herhalde utanıyor beni aramaya, iyi çocuk ya o da...

Şubat 12, 2010

Tekelcisi, Otçusu ve Sarışınıyla Bir Kaybediş Öyküsü

Yırtık ve kirli polarım üstümdeydi, kolezondan 5 liraya aldığım eşortmanımıda ipten yeni almıştım, ceplerimde yeterli peçete stoku mevcuttu ve sol elimde Cahit Arf'ın formullerinin karalandığı ve hiçbir harfini anlamadığım kağıt vardı, hazırdım artık tekele gidebilirdim.

Burnumun içi yara dolu olduğu için evin içinde akan sıvıları silmek yerine 2 deliği de peçeteyle tıkamak kolayıma geliyordu ama tekelci abiden ziyade anacaddede oturuyor oluşumdan dolayı her bakkala gidişimde 2581736 insanla karşılaşmak zorunda kalıyordum ve tanıdıklar dayak yediğimi sanıp o caddeyi kan ırmağına(gölden daha uygun cadde sonuçta) çevirebilirlerdi, öyle psikopat arkam var benim işte biri bi laf etsin anasını sikeriz anında, neyse...

Tekel'e giderken burnumdan çıkanlar çoğaldı -evden çıkınca hep oluyor ya durduk yere burun akıyor, sıcak-soğuk değişimi diye duymuştum- ve peçete stokunu iyi ayarlayamadığım için biten peçete sonucunda polarımın sağ kolundan destek talep ettim sağ olsun polarda kurumuş olan sümüklerin üzerine gelen yeni sıvıları çok iyi ağırladı.

Tekelciden tek tek istediklerimi söylüyordum fekat alacağım birşeyi unuttum ve tekelci bana ben de düşünerek boş boş etrafa bakmaya başladım, bu normal birşey aslında ama burnum durmadan akıyordu ve peçeteleri salak gibi har vurup harman savurduğum için elimden birşey gelmiyordu, onun önünde burnumu daha hiç kullanmadığım sol koluma silmek istemiyordum ve saçmalıkki hergün birkaç müşterisi olan tükkanda benden başkası yoktu ve tekelcinin gözü üzerimdeydi, ahh bir an kafasını çevirse bende akan burnumu koluma yapıştırıp öyle bir silsem zira burnumu saniyede 22 kere çektiğim için kendimden tiskiniyor ve tekelcinin bakışları altında git gide daha fazla eziliyordum...

Kendimi okulda ya da başka bir yerde yapılan sınavlarda o sessizliği bozan, durmadan burnunu çeken, herkesin o an için nefret ettiği öğrenci gibi hissediyordum.

Ahh bir peçete bir peçete için neler vermezdim deye içimden geçirirken aklıma tekelde olduğum zonk etti ve ulan salak tekeldesin alsana bir selpak ne duruyorsun diye içimden haykırdım ve suratımı yayılan ebleh gülümsemeyle sağ elim burnumun oralarda ve baş parmağım durmadan burnumu tahriş ederken 'selpak alabilirmiyim?' dedim.

Adam hemen elinin altında olan selpaklardan bir paket verdi ve bende aceleyle selpağı açtım ve içinden bir mendil alıp tam burnuma götürüyordum ki burnumdan bir damlanın aşşağı düştüğünü fark ettim...Yıkıldığım andı, rezil olmuştum, bitmiştim, bir burna sahip olmamıştım lakin o anda adamın 37 ekrandaki televizyonun sesini açarken buldum, sevinmeye vakit bulamadan kendimi televizyondaki haberi izler buldum...

Haberde Aşk-ı Memnu dizisinin aile bilmemnesi uymadığı için tekrar uyarıldığı ve cezalandırıldığı geçiyordu.Ve haberin başlığını görünce daha doğrusu bu haberin tekelciyi neden bu kadar ilgilendirdiğine anlam vermeye çabalıkça daha beter batıyordum.Haberin başlığı şuydu:

Adnan bu yapılanları hak etmiyor!

RTÜK'ten Bihter ile Behlül'ün yasak aşklarına bir darbe daha...

Sümük faciasından kurtulmuştum elimde eve yetecek kadar mendilim vardı ve ne alacağım da aklıma gelmişti, soda.Sodalarıda alıp tekelden çıktım.

Artık daha dikkatliydim ne olur ne olmaz deye mendilin her tarafını kullanıyordum.Önce katlanmış peçeteyi iyice açıyor ve yavaş yavaş sile sile katlıyordum bütün katlamalar bittikten sonra da aralarda ıslanmamış yer bulup oralara siliyordum burnumu, tam ben paketten başka bir mendil çıkarırken birisi koluma girdi ve garip bir Türkçeyle:

-İyi akşamlar abi, dedi.
-İyi akşamlar deye cevap verdikten sonra dönüp baktım kim deye, tanımıyordum, kan çanağı olmuş ve kapanmak üzeri olan gözler tüm vücudumda geziniyordu, esmer ten ve façalı yüz(scarface) hemen kendini gösteriyordu, boyu benim kadardı, fakat çok zayıftı, lakin avuç içleri ve parmakları kocamandı, üzerinde ceket vardı; en üste kadar fermuarı çekilmiş, boynundan poşusu gözüküyordu ve kirlenmekten siyahlaşmış mavi bir kotu vardı, ayakkabıları siyahtı o kadar, ve evet o bir serseriydi, keşti, kafası güzeldi ve öne sürdüğü makul sebeplerden ötürü benden yani abisinden para istiyordu:

-Abim ben hapisten yeni çıktım biliyon mu, orospu çocuğunun teki anama sövdü kulağındaki küpesini tutup kopardım biliyon mu, 4 yıldır içerdeydim bugün çıktım abim biliyon mu ben şizofrenim doktor reçetem var, ben manyağım abim, bana para lazım biliyon mu ilaçlarımı almadım mı deliriyorum ben biliyon mu? diyordu çok sakin bir sesle...

Söylediklerini dinlerken, 'evet, hıı, doğrudur...' kelimelerini ona söylüyor ve benden birkaç yaş büyük olmasına rağmen abi şefkatini sonuna kadar gösteriyordum ve şükürler olsun ki cahit arfın formulleri olan kağıdı sonuna kadar harcamıştım yani ona verecek şefkatten başka birşeyimde yoktu.

- Geçmiş olsun...
- Sağ ol abim, benim ilaçlarımı almam lazım acil biliyon mu varsa sende bi beşlik versen be abi ha.
- Param yokki vereyim, dedim sanki şaşırmış gibi sanki almanyada yaşayan bir türk gibi sarf etmiştim bu cümleyi.
- Hadi be abi bi beşlik abi hastayım bak...
- Param yok, bakkaldan geliyorum bak... -elimdeki poşetlerle tasdik etmek için bakışlarını poşete çekmeye çalışıyordum- Olsa vereyim bende de yok geçmiş olsun tekrar, deyerek sıvışmaya çalışıyordum zira kol kola yürüyerek bizim apartmanın önünde gelmiştik neredeyse.
- Ararsam üstünü ama bak, dedi muzip bir ifadeyle, evet kendisinden hiç beklemediğim o muzip ifadesini mimikleriyle tasdik edebiliyordu demek ki bu işte eski topraklardandı...
- Neremi arayacaksın ara bakalım, dedim hemen param olmadığı için rahattım ayrıca dürüstlüğümden dolayı belki o bana para verir deye düşünüyordum.
- Tamam abi öyle olsun dedi üstümü aramadan ve tokalaşıp hızlıca gitti, anlam veremedim beni nasıl bu kadar çabuk bırakmıştı, üstelik muzip mimiğiyle eski toprak olduğunu da gösteriyordu, peki neden böyle bir amatörlük yapmıştı deye düşünürken, meğersem önümüzde yürüyen başka bir kurban bulmuş ve onun koluna girmişti ivedice...

Normal şartlarda sövgüye yönelik şeyler düşünecekken bu sefer bu serseriyi yaratıcılığından dolayı takdir etmiştim ve en azından şizofreni kelimesini hastalık olarak görüyordu, yeni nesil ergenlerin heves ettiği bir olgudan ziyade.

Bütün bunların haricinde o serseriyle konuştuğum süre boyunca burnumu sürekli sol koluma sildiğimi fark ettim zira apartmanın önüne gelip zili çaldığımda sol elimdeki yeni ve ıslak sıvıları gördüm.Şaşırtıcıydı, belki de beni çok sıcak bulduğu için uğraşmadı benimle ya da benim psikolojim bana böyle davranmamı söyleyerek ona kendimi sevdirmeye çalıştı, kim bilir...

Asansöre binip yukarı çıkarken nasıl olsa direk eve gireceğimden elimdeki mendili ikiye böldüm ve kıvırıp kıvırıp birer birer burnuma tıkadım, rahatlamıştım sonunda, ama nereden bilebilirdim 4. kattaki hastası olduğum sarışın kızın dün onlarda tükendiğinden bizden istedikleri kedi mamasının iadeyi ziyaretini yaptıklarını... Kapıyı açar açmaz karşımda onu görmem, onun önce 'iyi akşamlar' deyip daha sonra yüzüme bakıp şaşırması ve akabindeki gülümsemesi ve asansör kapısının kapanması sonrasında dur durak bilmeyen kahkalar senfonisi...

Eve girerken kız kardeşimle göz teması kurup belki de sempatik görünmüşümdür belki de hoşlaşmıştır belki de belki de diyordum fekat kardeşim gözleriyle beni dövercesine hı hıı belki de diyordu...

Evet yine kaybetmiştim, bu da gol değildi, ne yazık ki...
Ve aklıma Adnan'dan başkası gelmiyordu evet Adnan'da bende bu olanları hak etmiyorduk...