Haziran 12, 2014

Olan Bu...

Yine gözgöze geldiğim bir tanıdıkla birbirimizi görmezden gelerek yollarımıza devam ettik, bu üçüncü kere gerçekleşti ve üçünde de ikimizde görevimizi çok düzgün yaptık. Bu gidişle iki yakın arkadaş bile olabiliriz diye düşünüyorum; hiç konuşmadan, sadece göz temasıyla bu kadar iyi anlaştığım başka biri olmamıştı hayatımda.
- Oooo yine karşılaştık.
- Evet! Çaktırmaaa...
- Hiç çaktırır mıyım kanka ayıp ediyorsun!
- Kafanı yanındaki kişiye çevirip sohbet ediyormuş gibi yapman harika, ama o anda 'Bir tanıdığı gördüm de, o beni görmesin, sohbet ediyormuş gibi yapalım, hatta komik bir şey demişim gibi gülsene...' dediğini tahmin ediyorum ve bu, başarını gölgeliyor.
- E sen yalnızsın tabi, bu nedenle kafan rahat elbette. Hem bana bulaşma ihtimalin, bana nazaran yüksek, çünkü yalnızsın! Yere bakarak yürüyerek kendini yok sayabilme rahatlığı da sende var. Sadece yere bakarak yürümeye devam ederek ülke sınır kapısından bile geçebilirsin inan bana, kimsenin bir şey diyebileceğine ihtimal vermiyorum. Herkes aman yanıma gelmesin diyerek, seni görünce yanındakine bir şeyler anlatmaya koyulacaktır.
- Ya bu yalnızlardan ne istiyorsunuz! Ne!
- Hiçbir şey?
- İşte sorun da bu ya, bir şeyler isteseydiniz yalnız kalırlar mıydı sanıyorsunuz orospu çocukları!
- Damardan girdin yine. Ve farkındaysan tuttun da beni, görmezden gelip, çekip gidiyorduk hani? Yanımdakine senin ne kadar yalnız ve yapışkan bir insan olduğunu anlatarak seni görmezden gelip buradan uzaklaşıyorum izninle. İşin kötü tarafı seni zerre tanımayan arkadaşım, senle ne zaman tesadüf etse aklında sadece, 'Haaa şu yalnız ve sülük gibi yapışan mı? evet tanıyorum...' deyecek, buna inanabiliyor musun? Bu kadar korkunç bir şey olabilir mi? Oluyor, hem de sık sık, birinin ölümü gibi bir şey bu, üstelik bir kereden fazla oluyor. Gerçekten inanılmaz. Değil mi? Hey! Gittin demek ha, seni yalnız, hiç arkadaşı olmayan, sülük gibi yapışan herif...

Haziran 11, 2014

Ağlamayan Ölmeli!

Oturduğu apartmanın dış kapısına gelen çocuk (19 yaşındaydı) zili çalarken yüzünü de zilin bulunduğu tarafa dönmüş tutuyor ve sol tarafına doğru dönmekten imtina ediyordu. Bakkal amcayla göz göze gelmekten, daha doğrusu göz göze geldikten sonra başlayacak olan havadan sudan muhabbetin kaçınılmazlığından çekiniyordu. Zile bastı, sonra evde babaannesinin tek başına olabilme ihtimalini de fark edince, zile uzun uzun iki kere daha bastı... Neden bu muhabbetten bu kadar çekiniyordu ki?
- Merhaba abi, kolay gelsin.
- Merhaba yeğenim, nassın?
- İyi valla abi ya, seni sormalı.
- Aynı be yeğenim, çalışıyoruz işte...
Karşılıklı gülümsemeler ve bitiş düdüğü?
- Eğer tam bu anda dış kapı açılırsa evet, güzel bir son olabiliyor, 'iyi günler' deyip içeri girebiliyorsun. Ama kapı açılmazsa, o sessizlik boğucu olmaya başlıyor. İçten içe bakkal amcanın sadece seni izlediğini düşünüp duruyorsun ve sanki sessiz olmayı, onla konuşmaya tercih ettiğin için onun kızdığını hissediyorsun.
- Vaovv... Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?
Kapı hala açılmadığına göre babaannesi kesinlikle evde tek, kapıyı da 'Kim o?' sorusuna cevap duyamadığı için korkup açamadığından yüksek ihtimalle balkondan aşağı bakmaya çalışacaktır öncelikle... Bu düşünceler, bakkal amca stresinden uzaklaştırdı onu, tam o sırada tam iki metre sol çaprazına, bakkalın tam kapısının önüne bir şey düştü. Dev bir çuval gibi bir şey, korkunç bir ses çıktı, inanılmaz... Dönüp baktığı anda bunun çuval olmadığını, bir insan olduğunu anladı. Buna şahit olan ve kaldırımdan yürüyen bir genç kadının çığlığı inletti o sıra caddeyi, bunu gören bir sürücü arabasını yolun ortasında durdurup dışarı çıktı, bakkal amca koşarak apartmanın kapısının önünde dondurulmuş gibi bekleyen çocuğa gidip sıkıca sarıldı gözlerini eliyle kapatmaya çalıştı, peşpeşe durup dışarı çıkan sürücüler sonucu bir dakika içinde korkunç bir araba trafiği ve korna sesi çılgınlığı sardı caddeyi, bütün mahalleli ya balkondan bakıyor, ya yerdeki insan cesedinin etrafındaki kalabalığa eklemleniyordu, bir kaç dakika içinde cesetten sadece iki metre uzakta olan bakkal amca ve çocuğun cesetle arasına en az on insan bedeni girmişti bile, iki orta yaşlı kadın ağıtlar yakarak bağırıyor, çocuk nedense ağlayamıyordu, ağlamayı bırak duruyordu işte öylece, gözünü bile kırpmıyordu... Oysa kalp atışı hızlanmıştı bile, sadece kalp atışı değil, boynuna bakan birisi, boynunun içinde durmadan pıt pıt pıt eden nabzını dokunarak değil bakarak bile görebilirdi, çok zor yutkunuyor, hatta yutkunmanın ötesinde ağzına mide suları gelmeye başlıyordu ve gelen sıvıyı bile midesine geri gönderemiyordu... Dışarıdan bakan birisi için çok soğukkanlı, sakin olan; ağlamayan, haykırmayan bu çocuk, güçlü gözükmenin bedelini işte böyle ödüyordu, bedeni parçalanacak gibiydi ve o sıra apartman kapısının tam önüne midesinden gelen bir sesle kusacağını anladı. Kusmak bile zordu. Sanki boğazına kadar gelen midesi, daha fazla ileri gitmek istemiyordu ve buradan sonrası sana kalmış diyor gibiydi... Çocuk öğürmeye devam ede ede, ağzından çıkan mide sıvılarından ancak 5-6 saniye sonra kusabildi. O sıra boğazına bir kramp girdiğini fark etti, felç olacağını hissettiği bu bir kaç saniyede, beynine şiddetli bir sıcaklığın hücüm ettiğini ve bütün vücudunun yandığını duyumsadı... Felç falan olmayacaktı. Ambulansın sesi uzaktan işitiliyorsa da, trafiğin durmasına neden olan arabalarından inip cesete bakmak isteyen kişiler nedeniyle ambulansın kendisi yaklaşamıyordu bile... Çocuk, 5 kat aşağıdan yere içi dolu bir çuval gibi düşüp ve patladığı için de içindekilerin de sokağa akmasına neden olan babaannesini düşünüp, evde başka da biri yoksa, mecburen anahtarcı çağırmak zorunda kalacaklarını tahmin etti. Daha sonra aklına yarınki cenaze töreni geldi. Annesinin siyah gömleğini ütülemek zorunda kalacağını düşündü, normal şekilde giyinmesine izin vermezdi, o siyah gömleğini giymesini söyleyecekti annesi. Ölüm denen hadisenin, bir siyah gömlek ütülemek gibi bir işe sevk edeceğini ve bu işin aklını nasıl olup da meşgul ettiğini düşündü, gülebilse o an buna gülerdi. Anahtarcı da kapıyı açmak için nerden baksan 30-40 lira isterdi şimdi...