Kasım 18, 2010

Soluk Benizliydi Zenci

-Ah Muhsin Ünlü'ye sevgilerim ile.


Herkes durursa belki bir hareket olurdu
Vurursa herkes birini belki olurdu hareket
Uçan tekme atmayı çocukken öğrenmiştim
Hepinizi dövebilirim yeter ki teker teker gelin.

Ve annen de seni özledi Muhsin.

Saygı gösteremem kimseye, çünkü nerede bilmiyorum ki
Ve sevgilim, bence ikimiz tirenlere bakalım
Sevgilim, ikimiz tirenlere bakalım sadece
İkimiz sadece tirenlere baksak bence
İkimize de yetmez miydi bu, sevgilim?
Sevg'ilim!

Ve annen de seni özledi Muhsin.

Benim şeyhim yok, şeyim var, şey...
Şey işte.
Ve sadece ayağım takıldığında mecburen secde ediyorum sizin gibi.
Siz, pardon siz kimdiniz?
Annemi çok özledim.

Ve annen de seni çok özledi Muhsin.
Ve annen de seni çok özledi Muhsin.
Ve annen de seni çok özledi Muhsin.
Ah Muhsin.

Ah Asaf Vodvil




Kasım 17, 2010

Memeler (Bölüm - 1)

Size bu adamdan bahsedeceğim.Bir adamdan değil, bu adamdan; annesini gördüğünüze emin olduğum adamdan.Ayrıca konumuzun bu adamın, memelerinin güneş görmeyen çok beyaz kısmı görünen annesiyle hiçbir ilgisi yok.Hayır, kesinlikle yok; bakkala taytla, çiçekli taytla gitmesi de umrumuzda değil.Heyy!Bu adamın annesini rahat bırakmanızı istiyorum, bu adamın öyküsüdür bizi ilgilendiren ve annesinin onu büyütmeye yanaşmamış olmasını da bir kenara bırakmalıyız.Sonuçta bu adam büyümüş mü?Kesinlikle evet, tam tamına 38 yıl, 12 ay, ve ... amanın dostlar, adamımızın bugün doğum günü, 39 yıl geride kalmış bile...
Ama neden bunca gereksiz şeye kafa yorup, bu adamın sabahın lanet 8'inde, koca lanet bir bavulla -bavul gerçekten koca, lanet ve gerçekten bir bavul- nereye gittiğini merak etmiyoruz.Aslında söylemek istemiyordum, -kendisi fazlasıyla utangaçtır- ama size adamımızın adını söyleyeceğim; adı Bedi.Ne salak bir isim olduğunun farkındasınızdır eminim, ne Nebi, ne de Büdü, garip bir Bedi bu adam.Memeleri sarkmış olan annesi ona bu ismi verdiğinde eminim memeleri dik dik ve portakal gibiydi.Şimdi ki hallerini görmenizi istemem, ama görmüşsünüzdür; bakkalda filan anlattığım gibi, çiçekli taytıyla hani, üstündeki kolsuz badiden içindeki sutyeni fark etmişsinizdir ve memelerinin güneş görmeyen çok beyaz kısmı...evet.
39 yaşının ilk gününde sabahın lanet 8'inde, Bedi'nin koca bir bavulla -hani evin gardolabının en üstünde durur ve bir seyahat esnasında ona bir bakış atıp, yok ya bununla uğraşmayalım küçük iki çantayla gideriz olur biter diye söylev çektiğiniz bavul bu işte- nereye gittiğini size söyleyeyim, otogara.Hayır, hayır, bu kesinlikle bir yolculuk hikayesi değil, -aslında her hikaye bir yolculuktur diyebilirim, ama demeyeceğim- bu Bedi denen adam, sanırım bir yere gidecek ve eminim bunu planlamadı; hayır gideceği geziden bahsetmiyorum, bizim Bedi plansız adım atmaz, bahsettiğim bu gezinin tam da doğum gününe rasgeldiğini bilmiyordur.Laf aramızda bizim Bedi'nin öyle doğum gününü kutlayan filan pek olmaz.Lafı Bedi'nin annesine, hatta portakallarına getirmeye çalıştığınızı anlamadığımı mı sanıyorsunuz.Lütfen...Lütfen dedim!
Size Bedi'nin kocaman bir kalbi olduğundan da bahsetmeliyim. -ve bu bir teşbihtir- Aslında bir şey diyim mi, ben bu Bedi'nin doğum gününü kesin kutlardım, hatta mutlaka hediye filan da alırdım ona.
Asansör geldi, Bedi önce bavulu mu koysam diye düşünüyor, bir taraftan da önce sol ayakla gireceği var asansöre.
Bedi zemin kattan asansörden çıkıyor, kapıcı o sırada yerleri silmekte:
-Nasılsınız Bedi Bey, yolculuk mu var?
-Evet, Veysel Efendi(oha) hadi sana kolay gelsin.
-Sağolun iyi yolculu...Apartman kapısı kapandı bile.Bedi sokakta bu sefer de bakkal onu duruyor:
-Vayy bedi abim nassın, hayırdır yolculuk nereye?
-İyiyim Veysel Efendi(çüş) hadi sana kolay gelsin.
-Sağol abim dikkat et kendi...Bedi'nin aklı başka yerde bile.
Sokakta kim görse selam veriyor, hürmetlerini sunuyor Bedi'ye.Mahallenin çocukları ve gençleri bavulu taşımak için yelteniyor, Bedi izin vermiyor, pencelerden sular dökülüyor, ayrıca...

Yeter.Hayır.Saçmalamayın.

Bedi zemin katta asansörden çıkıyor, antre boş, koca bavulu zorlana zorlana çıkarıyor antrede 2 merdivenli bir iniş var, oradan inerken bavulun tekerlerinden biri kırılıyor.Neden kırılıyor?Çünkü kırılmak zorunda.Neden kırılmak zorunda?Çünkü bu bir hikaye.Ne demek bu?Ne demek bu?
Sokak boş, işe ve okula giden tek tük insanlar, onlarda Bedi gibi birer hayalet.
Bu arada Bedi neden sabahın lanet 8'inde otogara gidiyordu ki.Bunu size anlatmalıyım.Bunun için en başa dönmek zorunda değilim, hayır memelerin portakal haline dönmek zorunda değilim, hem de hiç! hem de hiç!
Size Bedi'nin neden bir yere gitmek istediğini söyleyemem, hele nereye gideceğini asla söyleyemem ve üzgünüm ki Bedi'nin nerede olduğunu da söyleyemem.Ancak şunu söyleyebilirim ki saat 8'de evden çıkmazsanız, 9'daki otobüse yetişemezsiniz ve siz mecburen öğlen 3'deki otobüse binmek zorunda kalırsınız.Oysa 9'da binip 3'te orada olmak varken, 3'de binip 9'da orada olmayı kabullenecek bir insan değildir bedi.Kesinlikle değildir.Çünkü Bedi, elleri terleyen bir insan, avuç içleri özellikle; durumun ne kadar ciddi olduğunu umarım anlatabilmişimdir.
Bedi'nin otobüs maceraları öykümüze dahil değildir, hayır bahsettiğim otobüs, otogara gitmek için binmek zorunda olduğu otobüs; Otobüste o koca bavula bir yer arama, sürekli bir yerlere sokmaya çalışma, çalınacağından korktuğundan sürekli elini ona değdirme çabaları öykümüze dahil değildir.
Bedi otogara giriyor ve bavulu taşıma yöntemini de bulmuş, yandan itiyor; daha doğrusu yandan itince, sürükleniyor bavul düzgün bir şekilde, aferim Bedi'ye.
Otogarlar hakkında güzel şeyler söylemek isterdim size sevgili dostlarım, ama söyleyemem.Çünkü yolculuklardan nefret ederim ve sadece şehirler arası olanlardan filan değil, yolculukların tamamından nefret ederim.Şoförün karısıyla kavgalı olduğunu ve intihar etmeyi düşündüğünü düşünürüm hep ya da borçlar yüzünden sinir harpleri geçirip bu virajı almak istemeyeceğini...Hayır dostlarım, hayır, böyle bir canlı bombayı sevmemi beklemeyin benden lütfen.
E o zaman diye başlayan cümlelerinizi duyar gibiyim, e o zaman bu böyle olabilir, e o zaman şu şöyle olabilir, elbette haklısınız ve biliyorsunuz ki hepimiz bu nedenle bir yere girerken öncelikle sol ayağımızla giriyoruz ve sağ ayağımızla çıkıyoruz, umuyoruz ki birisi bir çılgınlık edip sol ayağıyla çıkmış olmasın.

Kasım 16, 2010

Jean Pierre Maron ve kankisi Albert Dominique'nin iç burkan öyküsü

Size yine korkunç şeyler anlatacağım dostlarım.Güzel şeylerden elbette ki ben de bahsetmek isterim ama tarihin diplerini ne zaman kurcalasam, içinde acı, entrika ve ihanetten başka bir şey bulamıyorum.

19. yüzyıla gidiyoruz şimdi.Akımların alıp başını gittiği dönemler, herkes bir akım kurup diğerine gider yapıyor.Klasizme, Romantikler gül yolluyor; Realistler, Romantiklere azıcık delikanlı olun lan diye caz koyuyor.Sembolistler, Parnasistlere isminizi siktiklerim diyerek kavga çıkarmaya çalışıyor filan.Ortam fena, herkes bir akım kursam da köşeyi dönsem derdinde; klasizm, realizm, romantizm, sembolizm, parnasizm, kübizm, dadaizm, elektirk akımı(öhhk) gırla.

İşte bu dönemde, tabikide Paris'te, Jean Pierre Maron (Yan Pier Maron) ve kankisi Albert Dominique'te (Alber Dominig) bir an evvel kendi akımlarını çıkarıp, arada kaynamak peşindeler.Jean Pierre Maron:
-Haydi, Albert haydi.Çıkaralım olm artık şu akımı, bak sonra geç kalcaz, kalıcaz dımdızlak.
Albert Dominique:
-Haklısın karşim, haklısın Jean Pierre ama nasıl, nasıl yapacaz ki.
Jean Pierre:
-Önce tepki Albert, tepkimizi koymalıyız...
Albert:
-Tepkimiz yaradana...öyle değil mi Jean?
-Öyle, elbette öyle karşim de nasıl yapcaz bilemedim.
-Manifestomuzu yayınlamalıyız, insanlara, koyduğumuz tepkimizi anlatmalıyız Jean.
-Haklısın kanka da isim bulmamız lazım, ne yapsak akımımızın ismini...ımmm...Baba Akımı yapsak?
-Hımmm...Çok güzel isim Jean, Baba Akımı çok iyi...Offf aklıma geldikçe deliriyorum karşim ya, herkes aldı başını bir akımla kral oldu.Hele o Victor Hugo yok mu!Ağzında gülle geziyor ibne, sanki bana romantik!
-Adam romantik ama abi.
-Romantikse romantikliğini bilecek!
-Karşim, sevmiyorsan hor görme bari...
-Haklısın dostum, bir an sinirlendim, felsefemizin dışında çıktım, kusuruma bakma.
...

Şeklinde süregiden konuşmadan tam 2 yıl sonra 1868 yılında, Jean Pierre Maron ve kankisi Albert Dominique, "Tepkimiz Yaradana!" adlı manifesto niteliğindeki ilk kitaplarını çıkardılar.Baba Akımını ana hatlarıyla anlattıkları ve içinde halktan biri olduklarını anlattıkları şiirleri ve denemeleri de vardı.Tutmadı...500 adet basılan kitap sadece 28 adet satabildi.Zaten ne olduysa bundan sonra oldu, Jean Pierre Maron, o 28 kişiyi bulup teşekkür etmek amacıyla yollara düştü ve yoldaki taşa başını sertçe çarparak feci şekilde can verdi.Kankisi Albert Dominique ise, kendine yeni bir kanka buldu ve geçmişine bir sünger çekti.

Ve bu olaylardan tam 100 yıl sonra 1968'de, Orhan Gencebay ilk albümünü çıkardı ve durdurulamaz bir hızlı şöhret basamaklarını tırmandı.Şikayetim Yaradana adlı şarkısı dillere pelesenk oldu, Orhan Baba olarak anıldı, hala anılıyor.Ve koca Orhan Baba, şarkılarının, bestelerinin, yaşantısının fikir babaları Jean Pierre Maron ve Albert Dominique'ye bir kez olsun teşekkür etmedi, şükranlarını sunmadı.

Daha fazla anlatmak istemiyorum, umarım vicdanın seni zorluyordur Orhan Baba!

Ve sizi asla unutmayacağız, büyük insanlar Jean Pierre Maron ve Albert Dominique