İşe giderken, işten çıkıp direkt eve geleceğimin; mesainin bitmesine az bir vakit kaldığı zamandaysa eve gidip napacağım, nereye takılsam...'ın planlarını yaparken bulurum kendimi. Gece geç vakitlere kadar dışarılarda kalıp; az uyku, ertelenmiş ev işleri, ertelenmiş saç-sakal tıraşı ve ertelenmiş duşun birikmesine göz yumup ve biraz da sinirlenerek uykuya daldıktan sonra, ertesi sabah işe giderken, işten sonra direkt eve geleceğimin planları tekrar hayat bulur ve... biliyorsunuz artık.
Ama bugün, işten çıkmış ve iki otobüsle varacağım evimin ilk otobüs ayağındayken, eve gidiyor olduğumu tahmin ediyordum. Cebimde 3-5 liralık bir bozuk para gürültüsünden başka bir şey yoktu, 10 liralık son kağıt paramı akbile yükletmiştim ve evin yolunu tutma halim beni zerrece rahatsız etmiyordu. Keza İstanbul'a yeni yerleşmiş sayılırdım (4 ay oldu), kendi başıma yaşadığım evime taşınmıştım (1 ay oldu), önce bilgisayar (5 ay oldu), 2 gün önce ise şu an kullandığım cep telefonunu almıştım kendime. Esasen cep telefonunun ödenmesi gereken 11 taksidinin dimdik duruyor olması, telefon aldım dememi komik gösteriyor olsa da, elimdeydi işte. Bütün bunların haricinde başta da söylediğim gibi hemen hemen her gün yaptığım gez-toz-tüket-takıl maratonumun varlığının da farkındaydım. Yani kazanıyordum ve harcıyordum. Bugünkü parasızlığım bir ajitasyon öğesi değildi, hesapsızlığın sonucuydu ve beni üzen bir durum kesinlikle değildi, bugün de evde takılıcaktım hepsi bu.
Anladığınızın farkındayım, evet, eve gidemiyordum. Daha dün gece birlikte 6-7 tane bira içtiğim Emre'nin, drek bizim oraya geç, ben de iş çıkışı geliyorum, orada konuşuruz mesajı geldi telefonuma otobüste ilerlerken. yok mok demedim, gitmek istiyordum:
'Ben de 5 kuruş yok lan ama?'
'Ben hallederim, sen geç.'
Eve gitmeyeceğim belli olmuştu. Mekan dediğimiz bar, daha doğrusu birane, evin yakınlarındaydı. Birane diyorum çünkü orada gerçekten bira içilirdi, menüsünde hahaha menüsünde demişim, menüsü yoktu ki, orası bir biraneydi ve eğer isterseniz viskinizi, vodkanızı dışarıdan getirebiliyordunuz. İçeri girdiğinizde garsonun sizden sipariş almak için masanıza geldiği değil, sizin garsonla tokalaşmak için onun ayağına gittiğiniz bir yerdi yani mekan. Ama biz buranın yenisiydik, ben zaten bu civara henüz taşınmıştım ve Emre de buraya ilk benle gelmişti dediğine göre, ama yavaştan ısınıyorduk, biz ısındıkça onlar da ısınıyordu, sıcak bir karşılama halini almıştı hoş geldiniz'leri... Evin yakınlarında dediğime de bakmayın, 6-7 bira sonrası yürümek ve temiz hava almanın keyfini çıkarmak amaçlı herhangi bir araca binmiyorduk ve eve yürüyebildiğimiz için yakındı diyorum, ama 1 saate yakın bir yürüme mesafesiydi sonuç olarak.
Yeni taşındığım evimi Emre bulmuştu. Onların bir alt sokağındaydı zaten, zaten İstanbul'a yeni geldiğim sıralarda, 'Kadıköy-Beşiktaş-Moda-Cihangir'de oturucam ben ya...' hayalleri kurarken, bana kahkahalarla gülen de Emre'ydi. Paramın neye yeteceğini biliyordu ve doğru evi bana göstermişti, ev güzeldi, mahalle de mahalle işte canım. Sadece işe gidip gelirken iki otobüse binmek zorundaydım ve bunu da söylemiştim zaten... Otobüs yolculukları uzun olunca, uyuyabiliyorsunuz, hele benim gibi az uyuyan, çok sürten biriyseniz, her seferinde uyuyabiliyorsunuz...
Gözümü açtığımda tam ineceğim durakta, durmak için yavaşlıyordu otobüs. Ama o sersemlikle bir aceleciliğe, henüz beyin hücrelerimin salyalarını silememiş olduğu, o bir kaç saniyenin aptallığıyla bir an önce kendimi dışarı atmaya çalıştım. Attım da... Yolun karşısına geçip, diğer otobüse binmek için harekete geçtiğim ve yeşil ışığı beklerken saate bakmak için elimi telefonu almak için cebime attığım... ve telefonun ön cebimde, arka cebimde, sonra tekrar ön ve arka cebimde, sonra göğsümde, kıçımda, her yerimde... O rezilce bütün vücudunu sırayla yoklama sahnesini bilirsiniz, yaşamışsınızdır eminim. Evet telefonum yoktu, ve yine evet %99.9 otobüste kalmıştı, telefon elimde uyuyakalmam, aceleyle inmem... Yanılma payı yok gibiydi. Otobüsün bundan sonra gideceği bir kaç durak vardı sadece, son durak bulunduğum yere yakın ama acelem olduğu da kesin, yani taksiye binmeliyim, ama cebimde 5 kuruş yok, sorun değil sonuçta mekana gideceğim ve Emre orada olacak, ona ödetirim, telefonu iki gün önce aldım ve ödemem gereken 1500 lira daha var... Bütün bunları düşünmem toplamda bir kaç saniyemi aldı ve bununla birlikte önümden geçen boş taksiyi ıslıkla durdurup, koşarak binebildim.
'Abi telefonu düşürmüşüm otobüste de, şu otobüslerin son durağına götürür müsün beni hızlıca?'
Çıkardı telefonunu verdi ve aramamı belki birinin açacağını söyledi, otobüsün en arkasında oturuyordum ve dediğim gibi son durağa az kaldığı için otobüste zaten 5-6 insan kalmıştı ve onlar da arka kısma pek yakın değildi, inerken gözüme çarpmıştı o boşluk, sersem halimle bile. Ama ben yine de durmadan aramaya başladım telefonu, sessiz modda olduğunu bilmeme rağmen arıyordum işte. Ezberimin ne kadar kötü olduğunu da 2 gün önce eski telefondaki rehberi, yenisine kaydederken fark etmiştim. Kendi numaram haricinde, sadece annemin ve ablamın numarası ezberimdeydi. Şu an Emre'ye bile ulaşma şansımın olmadığını fark etmiş olmamla birlikte, içimdeki his tamamen bindik bi alamete... kıvamını almaya başladı.
Bizle birlikte bir otobüste vardı durağa, ilk o sandım, içimdeki heyecan iç rahatlamasına döndü birden, bu bir kaç saniyelik bir olaydı aslında, otobüsün benim otobüsüm olmadığını anladığımdaysa, az önce sahip olduğum heyecanın daha fazlası ve azıcık da korku kapladı bu sefer bedenimi. Tekrar taksiye binip, biraz civarda dolaştık, yüzlerce metre uzaklarda park eden otobüslerde vardı ve hangisinin - ne olduğunu seçmek de o kadar kolay değildi. Bütün bunlarla birlikte hava yalnız başına değil, motivasyonumu da alarak kararmaya devam ediyordu. Taksiden tekrar inip bir kaç şoföre durumu anlattım, eğer telefonu şoför bulursa sıkıntı olmaz, plakasını bilmiyorsan dahi kalkış saati sayesinde şoförün kim olduğu bellidir, yarın sabah Beyaz Masa'yı ara yardım ederler, şimdi kapanmıştır dediler. Son seferiyse şoförün son durağa uğramadan direk eve gitme ihtimalinin olacağından filan da bahsettiler ve aslında benim cep telefonum da umurlarında bile değildi. Yine de içim hafif rahatlar gibi oldu. Tekrar taksici abinin telefonunu alıp, son kez denedim, çalıyordu, açan yoktu. Mekanı tarif ettim taksiciye, yola koyulduk. Şimdi içimde olan şey, kabullenmekti; ama bir taraftan da salak kafa diye kendi kafamı yumruklayasım da geliyordu içimden. Sanırım genel manada sakin biri olduğumdan çok dertli gözükmüyordum, dertli gözüksem ne değişecek ki diyebiliyordum kendi kendime, ama bu kafamı yumruklama hissimi bastırmıyordu. Bu arada taksimetre 47 lirayı gösteriyordu...
'Arkadaş içeride de, ondan alıp getiricem abi, bende nakit yok da şu an...'
Mekana girip, yine garsonlarla selamlaştım ilkin, bizimkini sordum, gelmedi dediler. Oysa gelmiş olması gerekirdi. Bir aksilik olmuş olabilir mi? Olabilir. Bu yüzden ne yapmıştır? Beni aramıştır. Nereden? Cep telefonumdan elbette. Yani... Mal gibi düşünmek diye bir tabir varsa, benim öylece durduğum birkaç dakika için ancak bu tabir kullanılabilirdi. Hiçbir karara varamadım tam olarak, ne yapmalıydım? Mekandan para istesem? Yapamam ki, daha ismimi bile bilecek samimiyete ulaşmamışız, ki bunu da 2 dakika önce anladım. Emre geldi mi diye sorduğumda anlamadılar, bizim çocuk var ya, benle gelen, şöyle böyle... deyince düştü jetonlar ki o jetona bile inanmadığımdan mekana kendim baktım ama zaten içeride toplasan 10 insan yoktu. İsteyemezdim, Emre'lerin evini biliyordum, zaten başka biri de yoktu bilebileceğim...
'Arkadaş yokmuş, eve gidelim de abi, oradan vereyim ben sana...'
'Kartta varsa, bankamatiğe çekeyim önce istersen?'
'Yok ya, evde var, uzatmayalım şimdi yolu...'
Son şansım Emre'nin evinde oluşuydu. Kartta da para yoktu ki zaten, para yoktu yani bugünlük. Cep telefonu da gitti, gitmesin ya, ulan gitmesin ya daha yeni aldık be! Taksimetre 66 lirayı gösteriyordu ben abi duralım dediğimde. Durduk, indim. Zaten Emre'nin adı soyadı yazıyordu zilde, basmadan önce bir kaç saniye bekledim. Bu bekleyişin açıklamasını psikologlar yapabilirler ancak, ben yapamadım. 10 saniye sonra bir daha, 15 saniye sonra bir daha, 30 saniye sonra basılı tutmaya başladım zile... Sonuç yoktu, tam ne yapıcam ulan ben şimdi diye düşünürken, aklıma çaresizce belki zilleri bozulmuştur fikri geldi, içimdeki korku ve yıkılmışlığın tamamen kaybolup, sevinç ve heyecanla dolması bu fikirden hemen hemen 1 saniye sonraydı. Herhangi bir zile bastım ben de, kapının açılması 5 saniye filan sürdü. Taksiciye dönüp, duymayacağını bilsem de hemen geliyorum abi dedim ve el işaretlerimle de ağzımdan çıkan cümleyi ifade etmeye çalıştım ama kızmaya başladığı belliydi, baya canı sıkılmıştı. Sanki cep telefonunu kaybetmiş şerefsize bak diye içimden söylenip, dışımdan gülümsedim apartmana girerken...
Napacağım lan ben şimdi? demek ve akla bir anda milyonlarca saçma fikrin hücum etmesi... Bunlar gerçekten garip tecrübelermiş. Kapı açılmayınca ve ben asansörle korkunç gerçeğe daha hızlı ulaşmamak için, merdivenleri yavaş yavaş adımlarken bu garip tecrübelere vakıf oluyordum bir bir... Napacağım lan ben şimdi?
Emre'nin başına bir şey geldi ya da gelmedi, cevabı cep telefonumun mesaj bölümünde muhtemelen. Ailesinin evde olup-olmaması da olası bir komşu ziyaretiyle açıklanabilir. Taksici abiye kimliğimi vermeyi teklif etsem, yok olmaz, bir de adamı nerden baksan 1 saattir tutuyorum. 70 lira taksi parası, cep telefonu da gitti, gitsin ya cep telefonu yeter ki eve gideyim artık, ama taksici abi... Aklıma hep, numaramı bırakmak geliyor, abi bu benim numaram yarın parayı getircem sana da, hayvan herif telefonun bile yok ki şu an ne numarası... Abi sen bana numaranı ver, seni yarın söz arayacağım bak söz veriyorum... Hayır, bir de adama evde para var, bankamatiği boşver, yolu uzatmayalım falan da dedik... Abi valla ödeyeceğim, ben öyle biri değilim ya... Olmaz ki böyle, böyle olmaz yani bu iş...
Zemin kata geldim bile, kapıyı açıp, taksiye doğru yürüyeceğim ya da hiç dışarı çıkmayacağım ya da kapıyı açar açmaz kaçmaya başlayacağım... Napacağım lan ben şimdi? Bu soruyu cevaplayamadan, kapıyı açıp apartmandan dışarı çıktım ve taksiye doğru yürüdüm, kapıyı açıp içeri girdim. Oturdum...:
'Abi sen şu telefonunu bi daha versene, ben tekrar bi arayayım şunu...'
0 kişicik 'iyiki varsın Vodvil' didi.:
Yorum Gönder
Küfür de edebilirsin, serbest.