Mart 06, 2010

Amerika, Teleportasyon, Taş Karı ve Hollywood



Adam konuşmasını bitirdi ve kafasını kağıttan kaldırıp bizlere döndü, sağ elini yumruk yapıp havaya kaldırdı ve, "Tanrı Amerika'yı korusun!" deye bağırdı...

Hemen ayağa fırlayıp "Tanrı Amerika'yı korusun!" deye bağırdım etrafımdaki herkes gibi ve bir taraftan da handlerimi claplamaya başladım seri seri, acıta acıta...

Herkes ayaktaydı ve manyakça claplıyorlardı, konuşmayı yapan adam gülümsemeye devam ediyordu ve ben de etraftaki insanların yüzlerine bakmaya başladım.Kimisi gülüyor, kimisi gülümsüyor, kimisi ağlıyor, kimisi gülerken gözünden yaşlar dökülüyordu, ortalık 56 olmuştu.

En salakları ise gözünden akan yaşları bir taraftan silmek isteyip bir taraftan da claplamayı kesmek istemeyenlerdi, alkışı kesmeden omuzu ile göz yaşlarını silmeye çalışması bana dirseğini yalamaya çalışan salakları hatırlatıyordu...

Bu insanlara çok dalmışım ki kameranın beni çektiğini fark edemedim.Kamera tam dibimdeydi ve gülümsemeyen dalgın suratıma zoom yapmıştı.Elbette bunu fark eder fark etmez clap dozajımı arttırdım ve tekrardan, "Tanrı Amerika'yı korusun!" deye bağırdım, ama etrafta tek bağıran ben olduğum için volümü yüksek "Tanrı", ertesinden gelen yine güçlü bir "Amerika", fakat ertesinde durumu fark etmemden ötürü güçsüz bir "koru" ile sesini benim bile duymadığım bir "sun" olarak bitti cümlem, ama alkışı elbette kesmedim ve kameraya doğru dönüp, "vuuuhuuuuuu!" diye bağırdım kahkaha krizine girerek, elbette sesim romantik-komedi filmlerinin berbat bir Türkçe dublajı gibi çıkmıştı, ben bütün bunları söylerken.

Sahne geçtiğinde ellerim cebimde yolda yürürken buldum kendimi, ağzımda bir ıslık, ıslıkta Beirut'un Postcard From Italy'si vardı.Hayatın da asla düzgün ıslık çalamamış olan ben, ıslıkla çalınmayacak bir şarkıyı ağzımda oyuncak etmiştim resmen.

Derken yanıma acayip taş bir kadın yaklaştı ve "Beirut'u benden başkasının dinlediğini sanmıyordum" dedi seksi bir gülümsemeyle, "Ne sandın yarraam!" deyip bu muhabettin içine etmeyecektim elbette, "Beirut iyidir." dedim çok cool bir şekilde.ipodunun kulaklıklarının birini benim kulağıma yaklaştırdı ve bende ona yardım etmek bahanesiyle elini tuttum ve bu sırada elindeki kitaplar yere düştü.

İçimden ne oluyorlar ulan dedim ne alaka? Bütün filmlerdeki klişeler bir bir oluyordu ve birden korkuyla birlikte gelen bir heyecana gark oldum, zira her romantik-komedide sikiş olurdu değil mi?

Kitapları almasında yardım ederken yine ellerimiz aynı kitapta buluştu ve ben önce kızla göz teması kurdum ve ertesinde kameranın bizi çekmesi gerektiği yere bakıp göz kırptım.

Sahne değiştiğinde aynı kızla metrodaydım.Yan yana oturmuş Beirut'tan Nantes dinliyorduk ve kızın kellesi omuzlarımdaydı.
Aklımda yalnızca tek bir soru vardı, "seviştik mi?" bir tarafım buna evet diyorken, öbür tarafım hiç bir şey hissetmediğini beyan ederek ne anladım bu seksten diye haklı bir sitemi dillendiriyordu.

Madem yine gidecez başka yerlere sikerim o zaman bekliyorum ben sikiş sahnesini deyip tepkisiz şekilde metroda oturmaya devam ettim.

Sahne değiştiğinde hemen sol omzuma baktım, kimse yoktu ama sol omzum yeşil balgamlar ve salyalarla ebesinin ammı olmuştu.Bunla kalsa iyiydi sağ omzumda kendi ağzımdan çıkan salyalarla beyaza kesmişti üstümdede siyah polarım vardı.

Belki dedim olur ve başka yerde uyanmak için beklemeye devam ettim...

Ama hepsinin haricinde pek üzülmüyordum zira gündüz gözüyle hayatımda göremeyeceğim bir kızla çatır çatır sevişmiştim, kameraya doğru bakıp ellerimi iki yana açıp muzip bir ifadeyle dudağımı büktüm.

Ekran daire şeklinde yavaş yavaş küçülüyordu en son göz kırptığım yerde ekran tamamen kapandı ve Beirut'tan Elephant Gun ile birlikte beyaz yazılar gözükmeye başladı.

2 kişicik 'iyiki varsın Vodvil' didi.:

Adsız dedi ki...

dostum gerçekten harikasın.

Neyin Pesindesin dedi ki...

2 kişicik 'iyiki varsın Vodvil' didi.:

Yorum Gönder

Küfür de edebilirsin, serbest.