Semih S.
Facebook: 32 profil fotoğrafı, 522 arkadaş
Twitter: 1622 tweet, 185 takip edilen, 163 takipçi
Instagram: 63 fotoğraf, 130 takip edilen, 88 takipçi
Foursquare: 870 check-in, 320 arkadaş
Semih S., cuma gecesini evde geçiriyor olmanın sinir bozukluğunu hala atamamışken, dışarı çıkacağı (yegane) arkadaşı Burak Y.'nin 'Kanka kuzenler, akrabalar filan çıkacağız, söz verdim valla.' bahanesinden sonra, az önce Bağdat Caddesi'nde check-in yapmış olduğunu görmesiyle iyice çıldırdı. Esasen asıl çıldırış sebebi, check-in'deki w/ Buse S., Hatice Y.'nin varlığıydı. Görür görmez, "Orospu çocuğuuu..." diye söylendi bilgisayar başından. Bilgisayar başında, açık olan pencerelerde Facebook, Twitter ve Foursquare açıktı; hepsine tek tek bakıp durduğu sırada eli telefonuna gitti ve şimdilik bilgisayarı bırakıp cep telefonundan Instagram'a girdi. Henüz fotoğraflar açılmamışken, aklına sabahki notları geldi, Instagram'dan çıkıp, telefonunun not defteri bölümünü açtı, diğer taraftan da bilgisayarında Facebook sekmesine gelip, arama bölümüne, not defterinde yazılı olan isim-soyisim'leri tek tek aratmaya başladı. İlk isim Emine E. idi, ilk çıkan sonuçlarda aradığı kişiye rastlamadı ve ikinci isim Hale K.'yı aratmaya başladı. Normal şartlarda, ilk aramada çıkmasa bile, Twitter ve Google seçeneklerini de kullanırdı Semih S., ama Emine ismine karşı, Fatma, Hatice, Nebahat vb. isimlerde olduğu gibi ön yargıları vardı, Mesela bir Ece'yi saatlerce arayabilirdi. Hale K. için en üstte beliren ilk sonuçta, 2 ortak arkadaşlı birisi vardı, doğru Hale K. olup-olmadığından emin değildi, ortak arkadaşlarından birisi Melis P.'ydi...
Melis P.
Facebook: 227 profil fotoğrafı, 2472 arkadaş
Twitter: 466 tweet, 72 takip edilen, 657 takipçi
Instagram: 337 fotoğraf, 63 takip edilen, 3253 takipçi
Foursquare: 433 check-in, 720 arkadaş
'Şu orospuyu bi kere siksem...' diye içinden geçiriyordu fotoğraflarına tek tek bakarken. 'Kaşar...' O sıra Hale K.'ya arkadaşlık isteği gönderdi, bu kaşarla arkadaş olması kafiydi eklemek için. 'Amına koduğumun kaşarı ya...' 3 fotoğrafını beğenip, sayfayı kapattı.
Canı sıkıldı, Burak Y.'nin altına 'Yine mi güzeliz, yine mi çiçek :))' yazarak az önce eklediği masa üstü fotoğrafını görünce tekrar sinirlendi. Burak Y.'nin check-in yaptığı mekana bile gitmeyi düşündü, siktir etti; yarınki toplantının varlığıyla içini rahatlatmaya çalıştı, işe yaradı. Toplantı önemliydi.
Semih S., Colgate Palmolive şirketinde, bir bayi çalışanıydı. Bayinin sahip olduğu müşterilere (marketlere, süpermarketlere, bakkalara...) ürün satıyor, süpermarketlerin reyonlarının düzenine bakıyor, yeni müşteriler ayarlamaya çalışıyordu. Bir tanıdık vasıtasıyla girdiği bu işte, bir tanıdık vasıtasıyla yükselme peşindeydi ve bu nedenle yarınki toplantı önemliydi. Bayi çalışanları, bayi müdürleri, koordinatörler; bölge müdürünün bir kaç ayda bir yapıyor olduğu toplantının sonuncusu için, bölge müdürünün isteğiyle yarın toplanıyorlardı.
Son isim Gülnur A.'dan da sonuç elde edemedi. Semih S. bu isimlere ürün bıraktığı süpermarketlerdeki kadın çalışanların, göğüslerine taktıkları isimlikleri sayesinde ulaşıyordu. Aynı yerde çalışan iki kişiyi aynı gece eklemiyor, önce aralarında en çok beğendiğini ekliyor, diğerlerini ise bir kaç gün sonraya bırakıyordu. Hepsi değilse de genelde arkadaşlık isteği kabul ediliyordu; önce Facebook'taki bir kaç fotoğrafı beğeniyor, daha sonra Foursquare'den check-inleri beğeniyor, sonra..., sonrası bir şekilde geliyordu işte.
Annesinin, odanın kapısına gelip, 'Hayret sen nasıl oldu da evdesin cuma akşamı...' demesi zoruna gitti, 'Yarın sabah toplantım var...' diye kestirip attı, 'İyi iyi, hadi bakalım...' deyip salona doğru geçti annesi, Semih S. ise sigarasını, çakmağını alıp balkona çıktı. Bir taraftan Foursquare'den insanların check-inlerini beğenirken, sigarasını tüttürüyordu. Check-inler bitti, o da Instagram'a girdi bu sefer, çift tıklaya tıklaya aşağı iniyordu...
Şimdi burada hikayeyi donduralım...
Mesela diye başlayarak şunu düşünmenizi istiyorum, dış kapınızdaki dışarıyı gözlemenizi sağlayan o mercek, bildiğiniz gibi sadece içeriden dikizlemeye müsaittir, dışarıdan bakan birisi o mercekten içeriyi göremez, tek taraflı bir seyirdir bu. İşte bana öyle geliyor ki, teknolojinin sırtladığı 21. yüzyıl, bütün evlerin kapısında bulunan o merceğin ters takıldığı bir yüzyıl olarak kendine yer buldu. Biz evin içindeyiz ve dışarıdaki herhangi biri, oradan geçen biri, bir yabancı bizim hayatımıza, yaşayımıza tanık olma hakkına sahip artık ve biz onun kim olduğunu bile, o istemediği sürece bilemeyiz. Başta çok sınırlandırıcı, faşizan, kişiyi aşağılayan bir uygulama gibi gözüküyor, ama her şeyin bir adaptasyondan ibaret olduğu da görülebiliyor. Bir kimseyle, bir odada yaptığınız bir sevişmeyi düşünelim bu sefer de; bunun canlı ya da video kaydı olarak tanıdığınız/tanımadığınız insanlara servis edileceği düşüncesi önce sizi şok eder. Mahrem, gizlilik, ayıp, ahlaksızlık, aile gibi bir yığın norm aklınıza gelir ve sizi korkutur. Sonraysa, aslında bu video ile 'Sevişebiliyor olduğunuzu, güzel bir kadınla sevişebiliyor olduğunuzu; bunun sizi cazip kılabileceğini, güzel kadınlar tarafından tercih edilebilir olduğunuzu, iyi seviştiğinizi, vb...' önermelerini de verebileceğini fark edersiniz ve teşhir olmak ile teşhir etmek arasında sadece çok çok ince bir çizginin varlığıyla yüzleşirsiniz.
Evet, 21. yüzyıl kişiye, olmak istemediği bir insanı olma zorunluluğuna gark edebildiği gibi, olmadığı bir insanmış gibi davranmasına da olanak tanıyor. Ve esasen bu ikisi görünümde aynı şeyler...
Hikayemiz devam edebilir...
Semih S., sabah uyandı, tıraş oldu, yüzünü yıkadı, dişini fırçaladı, üstünü giyindi, kendisi için toplanmamış, masada bırakılan kahvaltı sofrasında bir kaç dakika zaman geçirdi... Sıkıntısız bir sabahtı işte, birazdan çıkabilirdi evden, o sıra ossurdu. Evet, gaz çıkardı, bildiğin. İçi bir garip oldu; midesini bozulduğunu, üşütmüş olabileceğini ve ishal olmuş olacağını tahmin ediyorken, sanki bir şeylerin de gazla birlikte kaçtığını hissetti. Önemsemedi, çıktı evden, dolmuşa bindi, ücreti ödedi, koltuğa oturdu ve götünde hafif bir ıslaklık hissetti... Aynı anda içinden 'Hay anasını,bacısını, avradını, zürriyetini, gelmişini, geçmişini...' diye süregiden ve duracağa ve bir yere bağlanacağı da belli olmayan bir sayıklamaya tutuldu. Bir kaç saniyelik bir sinir, alnındaki damarların bile belirginleşmesine neden oldu. Götü pis olsun, çok önemli değildi sanki de, kokuyor mu? O almıyordu da, ya kokuyorsa? Etrafına bakındı, yanındaki adama, adamın surat ifadesine baktı, dolmuştan inene kadar, her saniyesini bir ceylan gibi insanların yüz ifadelerini dikizlemekle geçirdi. Dolmuştan inince, merkez ofisin hemen yanındaki bakkala uğrayıp ıslak mendil aldı, deodorant var mı diye sordu, yoktu. Neyse, çok önemsemedi deodorantın yokluğunu. Toplantı salonu, kapısının önü kısaca merkez ofis olması gerektiği gibi epey kalabalıktı, tuvalete gitmeden önce tanıdıklarıyla selamlaştı, kendisini işe sokmuş olan Mustafa K. ağbeyinin halini hatrını sordu ve tuvalete girdi, kapıyı kilitledi.
Pantolonunu, donuyla birlikte dizine kadar indirdi. Donundaki ufak, açık kahverengi pisliği gördü, 'Ananı, avradını, varlığını sikeyim be...' Islak mendili açtı, içinden aldığı mendille boku aldı, klozete attı, ardından bir ıslak mendille boku aldığı kısmı tekrar sildi, ardından bir ıslak mendille, ardından bir ıslak mendille daha... Pisliği götüne de yayıldığını düşünüp, bir ıslak mendille de götünü temizledi, o sıra lavabonun aynasından o haline gözü çarptı, birinin kendisini bu şekilde görebileceğini düşündü, sonra kapıyı kilitleyip-kilitlemediği aklından uçup gitti, kilitlemek için tekrar kapıya yöneldi, kilitlemiş olduğunu fark etti. Oldu gibi sanki, diye içinden geçirdiği sırada donunun sildiği kısmını iki parmağıyla sürttü ve parmağını burnuna götürdü, hala kokuyordu. Donu da sırılsıklam olmuştu, bu sefer tuvalet kağıdıyla donunu kurulamaya yeltendi, tuvalet kağıdı sildikçe, nemli dona kağıt parçaları bırakıyordu, sonra bıraktığı parçaları eliyle almak zorunda kalıyor ve her eli donuna değdiğinde elini burnuna götürmek isteği duyuyordu. İçeride epey uzun süre kalmış olduğunu fark edince, olduğu kadar artık diye düşünüp, sifonu çekip, elini normalden beş-on kat daha uzun bir süre yıkayıp dışarı çıktı ve herkesin toplantı salonuna geçmiş olduğunu fark edince biraz da aceleci davrandı, bu acelecilik esnasında bağırsaklarının harekete geçmiş olduğunu fark etti ve aynı anda kendisini iyice sıktı. Hemen duracağa benzemeyen bu hareketlilik yüzünden, yürümesini yavaşlattı ve kendini bir sıkıp, bir bırakarak toplantı salonuna oturması gereken yere geçti, o otururken Mustafa abisi, 'Ne yapıyorsun amk tuvalette saatlerdir?' der gibi suratına baktı Semih S.'nin, aldırmadı, oturduğu yerde kendini sıkıp-bırakmaya devam ediyordu.
Bir kaç dakika sonra bölge müdürü salona girdi ve akabinde de direkt konuya girerek toplantıyı başlattı. Bünyelerine yeni kattıkları markalardan ve ürünlerden, bu ürünlerin satışına öncelik tanınmasından ve bunun raporlanmasına dikkat edilmesi gerektiğinden bahsederek konuya girdi... Aynı sıralarda Semih S., bölge müdürüyle en azından görsel bir yakınlık ve tanınırlık kurmak amacıyla kendisini yavaş yavaş sıkmayı bıraktı ve göz teması kurarak dinlemeye başladı. Dikdörtgen bir masaya konuşlanılmış bu toplantıda, uzunlamasına karşılıklı 12 kişi oturmakta ve Semih S.'ye göre sağ başta bu 24 kişiyi sağına ve soluna almış olarak konuşmasını sürdürmekteydi bölge müdürü İsmail S., bu 24 kişinin haricinde, masaya tam sığılmadığından oval şekilde sıralanmış 7 kişi de masanın sol baş kısmına konuşlanmıştı. Semih S. İsmail K.'nın sol tarafında, Mustafa abisinin ardından 5. sırada olarak konum almıştı.
İsmail K.
Facebook: 2 profil fotoğrafı, 88 arkadaş
Twitter: Yok.
Foursquare: Yok.
Instagram: Yok.
Bölge müdür İsmail K., satışların önceki yıllarla olan istatistiklerinden bahsederken, Semih S., kendisini sessizce gaz çıkarıyor olmanın keyfini tadacakken yakaladı, aklı başına gelip, kendini sıktığında geç kalmıştı bile. Götündeki ıslaklığı hissettiği anda, başına ve kulağına bir yangın misali sıcaklık vurdu anında. Toplantıyı bırakamazdı, ama ya kokarsa? Kokarsa bu başına daha büyük bela olurdu... Yavaş yavaş sandalyesini geriye iterken, Mustafa K. ona doğru dönüp, 'Napıyon amk salağı, napıyon!' diyordu bakışlarıyla, Semih S. yavaşça ayağa kalktığında bütün bakışların kendisine toplandığını, hatta İsmail K.'nın konuşmasına yarıda kesip kendisine yöneldiğini fark etti, 'Çok özür dilerim, ufak bir mide rahatsızlığım var da, izninizle lavaboya gitmek zorundayım, çok özür dilerim...' der demez, kapıya yöneldi hızlıca, odadan çıktığından başındaki ve kulağındaki yangına sanki birisi su dökmüştü. Tuvalete girip, kapıyı kitlediğinde ıslak mendillerin hepsini ilk girdiğinde bitirmiş olduğu gerçeğini hatırladı, buradan aşşağı inip, tekrar ıslak mendil alıp gelmeyi çok meşakatli buldu, tekrar aynı işlemleri bu sefer tuvalet kağıdıyla yaptı. Tuvalet kağıdına sıvı sabun dökerek, donunu köpürttü, sonra kurulamaya çalıştı, iyi gibiydi ama donu epey ıslaktı bu sefer. Donunu çıkarıp atsa? Öyle de olmaz ki... Koku acaba sinmiş olabilir mi diye içi içini yiyordu her saniye, o sıra lavabonun altındaki dolaba gözü çarptı, içini açınca istiflenmiş tuvalet kağıdı ve oda spreyini gördü. Oda spreyi fikri aklına yattı, apış arasına bir kaç fıs oda spreyi sıktı, sonra içi rahat etmeyince 2-3 fıs da donuna sıktı, tam spreyi bırakacakken son bir fıs daha sıkıp öyle bıraktı. Sifonu çekti, elini yıkadı, kilidi açtı, odaya girdi, yerine oturdu, otururken ancak yanındakilerin duyabileceği, uzaktakilerin söylendiğini sanacağı bir ses tonuyla tekrar özür diledi.
Kendisini sıkıp-bırakmayı, İsmail K. sözü bayiliklere, 'İstek, şikayet, önerileriniz...' maksadıyla bıraktığı sırada yavaşlatıp, bıraktı, şu ana kadar geçen sürede aklını asıl kurcalayan şey, bok kokusundan ziyade oda spreyi kokusunu herkesin almış olduğunu fark etmiş olmasıydı, çünkü kendisi de hala alıyordu bu kokuyu ve nasıl bir salaklık yapmış olduğunu algılayışı kulaklarının kızarmasına ve sıcaklağına kömürle harlatmaya katkı sağlıyordu. Şimdi ise, konuşanları dinliyor, rahatladığını hissediyordu, masada oturan, daha önce karşılaşmadığı bir kaç kadını da gözüne kestirmişti, isimlerini öğrenmesi gerekiyordu. O sıra yine bağırsaklarını hissetti, bu sefer hızlı davrandı ve kendini sıkarak durumu kurtardı. Bu nasıl ishaldi böyle, su gibi akıyor ya, altı üstü 2 saat balkonda durduk, gece üstüm mü açıktı acaba... diye giden düşünceleri de kendisine bu sıkıp-bırakmalarda eşlik ediyordu. Sıkıp-bırakmakla önüne geçemediğini, sadece yavaşlattığını fark etmesi çok zaman almadı, yavaş da olsa çıkışa doğru yaklaşabildiklerini hissetti, daha sert sıkmaya başladığı sırada, sol yanındaki bayi müdürünün konuştuğunun farkında bile değildi. O sıra, 'Semih bey... Semih bey... Siz iyi görünmüyorsunuz, isterseniz bu seferlik bir istirahata çekilin...' dediğini duydu İsmail K.'nın. Buradan gitmeyi çok istiyordu, evine gidip klozetten kalkmamak çok istiyordu, hele şu an için her şeyden çok istiyordu, ama bu şekilde gidemezdi. Hele 'git' denmişse, kesinlikle gidemezdi; bu böyleydi işte, gidemezdi. 'Çok özür dilerim, sabah bu ağrıyla uyandım, şimdi de bastırıyor, ama önemi yok, bir yüzümü yıkayıp geleyim, özür dilerim gerçekten...' derken kapıya yaklaşmıştı bile, söylenenleri pek duymuyordu, kalkarken gidecek yer bulan boklar yine dona dayanmıştı, yürüyüşünün dikkat çekmesini istemediğinden, yürüyüşünü dikkatli yapmak istiyordu ama bu da dikkat çekmesine neden oluyordu, kapıdan çıkıp, tekrar tuvaletin yolunu tuttu, 'Anasını avradını sikeyim, orospu çocuğu, toplantısının amınakoyayım, ishalini bokunu sikeyim, ceddinin amınakoyim, bugüne toplantı koyanın anasının amına koyayım...' ...
Bu sefer acele etme gereği duymadı, donunu indirip klozete oturdu, rahatlamaya başladı. O sıra aklına ilkokul 2. sınıfta sınıftayken altına kaçırdığı geldi. Gülümsedi, anının bu kadar net olmasına şaşırdı. 5. sınıfın tenefüsünde pisuvara işerken, gaz çıkarmak istemiş ve anında dışarı fırlayan boku götünde hissetmişti. Boku temizlemek, izin alıp eve gitmek, okuldan kaçmak yerine, pantolonunu hiçbir şey olmamış gibi iliklemiş ve son dersin hızlıca biteceğini ve kimsenin çakmayacağını düşünerek eve gidebileceğini varsaymıştı. Sıraya oturduğu anda götüne yayılan bokun büyüklüğü, bir anda gözlerinin dolmasına neden olmuş ama kendisini sıkmış ve yaş akmasına izin vermemişti. Ders bittiği anda eve doğru koşmaya başlamış, servisle gidiyor olmasını bilmesine rağmen, servise binmeyi istemeden koşmuştu. Evi, okula yürüyerek 200-300 metre kadar uzaklıktaydı fakat aralarında, trafiğin yoğun olduğu genişçe bir ana cadde olduğundan ailesi onu servise vermiş ve haliyle servis de ilk olarak onu evine bırakıyor olduğundan yolun 150. metresinde filan, servis onun yanına yaklaşmış ve durmuş, servisteki Şule ablası, onu servise bindirmiş, hiçkimseyle konuşmadan kendisini sıkmaya devam eden Semih S., servisten inip, bu sefer kendini daha fazla tutamayıp ağlayarak apartmanına doğru koşmaya başlamıştı. Apartmanın dış kapısı açık olmasına rağmen, aşşağıdan zile başmış; annesinin bu saatte ondan başkasının eve gelmeyeceğini bildiğinden direkt otomata bastıktan sonra, kapıyı açıp tekrar yarım kalan işine devam edeceğinden Semih S., eve girip pantolonumdan kurtulabileceğini düşünmüştü. Beklediği gibi de olmuş, kapıyı açık, annesini içeride otururken bulmuş, direkt banyoya gidip pantolonunu donuyla çıkarıp top gibi birbirlerine dolamış ve dolu olan kirli sepetinin üstündeki kıyafetleri dışarı çıkarıp en altına atmış ve üzerine diğer kıyafetleri tekrar yığmıştı, hatta sonradan gördüğü ve kirli sepetine atmamış olduğu çorabı da yerden alıp, sepete atmış, hafifçe götünü temizledikten hemen sonra, üstünü değiştirip, topunu alarak sokağa koşmuştu. Bunların tamamını birebir, kare kare hatırlıyordu. Ertesi sabah ütülü pantolonunu giyerken sanki bir gün önce hiçbir şey olmamış gibiydi, annesi en ufak bir şekilde bile bahsetmemişti bu durumdan. Bunu nasıl bu kadar net hatırlayabiliyordu ki? 8 yaşında yaşadığı bir olay ve o, kirli sepetine sonradan attığı çorabı bile hatırlıyordu? Nasıl?
Bir kez daha hikayemizi durdurmak istiyorum.
Doğduğunuz andan, ölümünüze kadar ki geçen sürede, her saniyenin birer fotoğraf karesi olarak arşivlendiğini düşünebilir misiniz? Hatta belki saniye başı 5 fotoğraf desek gerçeğe daha yakın olabilir hiçbir anı kaçırmamak açısından. Daha basit anlatımla, önünüze bir defter alıp, sayfalarına arka arkaya ve aynı konuma gelecek şekilde önce duran, sonra adım atıyor gibi gözüken bir adam resmi çizin, hatta Cin Ali diye tabir edebileceğim çöp adam resmi çizin. Bunu 100 sayfa boyunca sürdürün, ilk sayfaya duran Cin Ali, ikinci sayfaya adım atan, üçüncü sayfa duran, dördüncü adım atan... şeklinde. O defterin yapraklarını yukarıdan aşağı ya da aşağıdan yukarı hızlıca ve peşepeşe geçtiğiniz zaman duran ya da adım atan değil yürüyen bir çöp adamla karşılaştığınızı fark edeceksinizdir. Yani video ile, sinema ile, yani hayat ile karşılaşacaksınızdır. İşte hayatımız da bu işte, doğduğumuz andan itibaren arşivlenmeye başlanmış olan bir fotoğraf diyarı aslında. Bazı fotoğraflarımızı çok beğeniyoruz, hatta başkaları da beğeniyor, çok beğeni alıyor ve size anlattırtmak istiyorlar; siz de anlatıyorsunuz işte o çok beğeni alan fotoğrafın hikayesini, unutamıyorsunuz, unutamadığınız güzel bir albüme ait o fotoğrafın yeri. Bazı fotoğraflardan haberiniz bile yok, mesela uyurkenki hallerinizin fotoğraflarını hatırlamıyorsunuz bile, ya da dört-beş yaşına kadar ki olan o milyarlarca fotoğraftan haberiniz bile yok. Milyarlarca fotoğrafın ard arda dizildiği, trilyonlarca yapraklı koca bir defter kısaca ömrümüz. Bazen defterin herhangi bir sayfasını açıp bakıyoruz ve 'Aaa diyoruz, evet...' bazense hiçbir şeyi nasıl oluyor da hatırlayamadığımıza şaşırıyoruz, sanki biz yaşamadık onları. Ve yine aynı şekilde, üstteki Semih S.'ni örneğinde olduğu gibi hiç akla gelmeyecek bir anıyı, fotoğraf fotoğraf her karesini hatırlıyoruz, hiçbirini unutmamış olarak. Böyle bir örnek önümüzde durunca da insan, o milyarlarca fotoğrafı algılayacak, akılda tutacak ve unutmayacak bir belleğe neden sahip olamayacağını düşünmeden edemiyor...
Semih S. hala klozette oturuyor ve bir taraftan da arkadaşlık isteğini kabul eden Hale K.'nın fotoğraflarına bakıp, bir kaçını daha şimdiden beğeniyordu.
Hikayeye geri dönmekten vazgeçtim...